Hülya Mutlu dün yayınladığım söyleşimizde pozitif psikolojiden ve alanın öncü isimlerinden Seligman’dan bahsederken, “pozitif psikoloji” terimi üzerine çok düşünmediğimi farkettim. Sonra Seligman’ın TED konuşmasını izlediğimde farkına vardım.
Psikoloji hep ruhsal hastalıklarla anılan bir bilim dalı iken özellikle son 20-30 yılda bir grup psikolog belirgin bir rahatsızlığı olmayan insanların da hayat kalitelerinin iyileşmesi, zayıf yönlerini anlamaya çalışmak yerine güçlü yanlarına odaklanmalarını sağlayarak kendilerini daha iyi hissetmeleri için çalışmalar yaptılar. Mutluluğu, akışı tanımlamayı ve ölçmenin yollarını, sıra dışı mutlu insanları diğerlerinden ayıran şeyleri ortaya koymaya çalıştılar.
Seligman konuşmasında üç tip mutluluk tespit ettiklerinden bahsediyor
Keyifli Hayat
Hayatın tadını çıkarma, felekten çalma, hazzı maksimize etme. Ama bu da anlaşılıyor ki büyük oranda genetik mirasla alakalı. Bir de duyarsızlaşma riski var, hani vanilyalı dondurmadan aldığınız ilk kaşıkla altıncı kaşığın hazzı bir değildir.
İyi Hayat
Güçlü yanlarını (karakter özelliklerini) kullanarak işte, özel hayatta akışta kalmak. Akışta kalınca zaman durur gibi olur, nasıl hissettiğinizi pek bilmezsiniz, yüzünüzde bir gülücük olmasa da kendinizi iyi hissedersiniz, genel anlamda mutlusunuzdur.
Anlamlı Hayat
Yine akıştaki gibi güçlü yanlarını bu defa kendisinden daha büyük bir şeyin hizmetine sunma.
Araştırmacılar takip ettikleri binlerce kişinin hayat deneyiminden yola çıkarak şu sonuçlara varıyorlar:
Tatminkar bir hayatta en büyük pay anlamlı bir hayat yaşamaktan geliyor, sonra akışta olmak, zevküsefanın ise neredeyse hiç etkisi yok. Daha doğrusu ilk ikisi tamamsa sefa sürmek pastanın üzerindeki çilek görevi görüyor.
Seligman 2004’te yaptığı bu TED konuşmasını teknoloji, eğlence ve tasarımın hayatta akış ve anlamı arttırmada bir etkisi olabileceğini bunun da 10-20 yıl içinde görülebileceğini düşündüğünü söyleyerek bitiriyor.
Bugünümüze bakıyorum, hakikaten teknoloji yani büyük oranda internet ve sosyal medya hayatımıza damgasını vurdu. Ama onun bize gösterdiği ne? Ünlüler, ünlü olmak isteyenler ve onların zevküsefa anları yani “keyifli hayat”! Sanki mutluluğa etkisinin bu kadar düşük olduğu kanıtlanmamışçasına bu pompalanıyor. Çünkü kurduğumuz sistem mutlu olmamızla değil, para harcamamızla ilgili. Ve etrafımızdaki her şey para harcamanın, keyif peşinde koşturmanın bizi mutlu edeceği yanılgısına itmekten geri durmuyor.
Demek ki insanlar şuna karar vermeli, mutlu olmak mı istiyorlar, mış gibi yapmak mı?
Şüphesiz giderek daha çok kişi kendini bulmakla ilgileniyor meditasyondan koçluk almaya uzanan çeşitlilikte. Bu o kadar kolay olmasa gerek ki, bu tuzaktan çıkabilenler azınlıkta. Mesela ben kendimi kurtardığımı düşünsem de çocuklarımı uyandırabildiğimden emin değilim. Öte yandan değişim kaçınılmaz, iklim değişikliği, teknolojik ilerleme, insanları yeni bir düzene itecek. Umarım daha anlam odaklı, daha sosyal ve doğayla iç içe bir düzene…