Ayşe Birsel ile Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın

Bu haftaki konuğum dünyaca ünlü tasarımcımız Ayşe Birsel.

Ayşe Birsel Fast Company’nin seçtiği En Yaratıcı insanlardan biri. The Thinkers50 isimli dünyanın geleceğine yön veren en büyük şirketlerine, danışmanlık veren seçkin yönetim düşünürlerini bir araya getiren organizasyonun radar listesinde. Eşiyle birlikte kurduğu Birsel + Seck, bir çok ödül sahibi bir tasarım ve inovasyon stüdyosu. Müşterileri arasında Amazon, Colgate-Palmolive, Herman Miller, GE, IKEA ve Toyota gibi Fortune 500 firmaları var.
Ayşe Birsel ile iyi bir tasarımcı olmak için farklı kültürlerden beslenmenin etkisinden, beş önemli değerden bahsettik. Beraber yaratma sürecinde paydaşları nasıl dahil etmek gerektiğinden konuştuk.

Ayşe Birsel’in web sitesi çok sayıda kaynak içeriyor. Tasarımla ilgileniyorsanız, Birsel’in paylaşımlarından ve düzenlediği buluşmalardan haberdar olmak için mutlaka haber bültenine kayıt olmanızı öneririm.

Ayşe Birsel’in DE:RE metodu (ingilizce)
http://birselplusseck.com/-de-re-.html

Ayşe Birsel’in haber bülteni
https://www.aysebirsel.com/newsletter

Ayşe Birsel’in haber bültenine kayıt olmak için
https://birselplusseck.us6.list-manage.com/subscribe?u=da5b933938a03f7cdd016943d&id=9f0d655f98

Dinlemeye başlayın

Bu haftaki konuğum dünyaca ünlü tasarımcımız Ayşe Birsel.

Ayşe Birsel Fast Company’nin seçtiği En Yaratıcı insanlardan biri. The Thinkers50 isimli dünyanın geleceğine yön veren en büyük şirketlerine, danışmanlık veren seçkin yönetim düşünürlerini bir araya getiren organizasyonun radar listesinde. Eşiyle birlikte kurduğu Birsel + Seck, bir çok ödül sahibi bir tasarım ve inovasyon stüdyosu. Müşterileri arasında Amazon, Colgate-Palmolive, Herman Miller, GE, IKEA ve Toyota gibi Fortune 500 firmaları var.
Ayşe Birsel ile iyi bir tasarımcı olmak için farklı kültürlerden beslenmenin etkisinden, beş önemli değerden bahsettik. Beraber yaratma sürecinde paydaşları nasıl dahil etmek gerektiğinden konuştuk.

Ayşe Birsel’in web sitesi çok sayıda kaynak içeriyor. Tasarımla ilgileniyorsanız, Birsel’in paylaşımlarından ve düzenlediği buluşmalardan haberdar olmak için mutlaka haber bültenine kayıt olmanızı öneririm.

Ayşe Birsel’in DE:RE metodu (ingilizce)
http://birselplusseck.com/-de-re-.html

Ayşe Birsel’in haber bülteni
https://www.aysebirsel.com/newsletter

Ayşe Birsel’in haber bültenine kayıt olmak için
https://birselplusseck.us6.list-manage.com/subscribe?u=da5b933938a03f7cdd016943d&id=9f0d655f98

MY: Merhaba, Ben Mete Yurtsever. Değer yaratmanın formülü podcasti, bugün New York’a uzanıyor. Değerli konuğum ise Dünyaca ünlü tasarımcımız Ayşe Birsel. Hoşgeldiniz.

AB: Hoşbulduk Mete, nasılsın?

MY: Teşekkür ederim. Ben hızlıca o zaman adet olduğu üzere kısaca kariyerinizden bahsedeyim. Ayşe Birsel Fast Company’nin seçtiği en yaratıcı insanlardan biri. The Thinkers50 isimli dünyanın geleceğine yön veren en büyük şirketlerine, danışmanlık veren seçkin yönetim düşünürlerini bir araya getiren organizasyonun radar listesinde kendisi. Bu The Thinkers50 bir anlamda iş dünyası ideologların oscarları. Öyle diyebilir miyiz?

AB: Doğru.

MY: Eşiyle birlikte kurduğu Birsel + Seck, birçok ödül sahibi bir tasarım ve inovasyon stüdyosu. Müşterileri arasında Amazon, Colgate-Palmolive, Herman Miller, GE, IKEA ve Toyota gibi Fortune 500 firmaları var. Birsel’in Museum of Modern Art’da daimi koleksiyonda sergilenen kendi işleri var. “Design the Life You Love, Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın” kitabının yazarı kendisi aynı zamanda. Bu kitapta anlattığı kendi metoduyla “sevdiğiniz yaşamı ve sevdiğiniz işi tasarlayın” başlıkta atölyeler düzenliyor ve koçluk veriyor. What Got You Here Won’t Get You There kitabıyla bana kendi yolculuğuma çıkmamda da kıvılcımlardan biri olan Marshall Goldsmith koçluğunu yapıyor aynı zamanda. O yüzden çok hakikaten heyecanlıyım, kendisini ağırlamaktan. Atladığım bir şey var mı?

AB: Hayır, çok güzel söyledin.

MY: Bir de 3 çocuğunuz var.

AB: Aynen :))

MY: Peki. Sizinle birçok ortak yönümüz var. İkimizin de çocukluğu ve ilk gençliği İzmir’de geçti. İkimizde ODTÜ mezunuyuz ama bir nokta daha var ki ben sizin çalışmalarınızı 40 yıldır takip ediyorum diyebilirim. Çok güzel Sarah Key bebekleri çiziyordunuz rapido kalemlerle. Ablamın İzmir’den Amerikan Koleji’nden sınıf arkadaşıydınız.

AB: Evet. Gül Yurtsever.

MY: ahaha. Evet. bunu anlatmak istememin sebebi kendini iyi ifade etmek gibi evrensel değerler gibi kendine güvenen bir birey olmak konusunda bunlarla yaratıcılık ve inovasyon için çok önemli ve çok güzel bir formasyon aldığınızı düşünüyorum bu okulda. Siz ne düşünüyorsunuz? Bugün Bulunduğunuz yerde hatta New York’ta çalışmanızda bunların bir payı olduğunu düşünüyorum.

AB: Ben de düşünüyorum. Çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Yani İzmir’de önce Amerikan Kız Koleji’nde okumak ve dediğin gibi kendine özgüvenin oradan başladığını düşünüyorum. Ayrıca iki kültür ile beraber büyümenin bugün hala meyvelerini yiyorum yani Hem New York’da yaşamak hem Türkiye’de yaşamak ve çalışmak. Ondan sonra ODTÜ’de endüstri ürünleri tasarımı okudum. Çok yakınen beraber çalıştığım Seda Ediz ile o da ODTÜ’lü, o da şehir planlamadan mezun. Ondan sonra ben tasarım masterı yaptım, o NBA yaptı. Onla beraber sık sık ODTÜ’den gelen kavramsal düşünebilme, sistem düşünebilme ve kurabilme pattern recognition ve hakikaten yani bambaşka bir kültür. Onlar bizim kaynaklarımız ve köklerimiz, bunları alabilmek sonra da Amerika’ya gelip bunların hakikaten dünyasal değerler olduğunu görmek ve buradaki insanlarla yarışabilmek tabi çok güzel bir his.

MY: Kesinlikle. Siz aynı zamanda herkesin tasarımcı olduğunu söylüyorsunuz, ben şuna benzetiyorum. Herkes nasıl bir ölçüde aşçıdır çoğu insan yenilebilir yemekler yapıyor evinde. Sadece bazıları çok az malzemeyle kendini sınırlıyor, yeni şeyler denemiyor. Öbür uçta da şefler var. Sizde bence Michelin yıldızlı bir şefsiniz, kendi reçeteleriniz var, kendi yaklaşımınız var.

AB: Mete çok güzel söyledin, çok teşekkürler.

MY: Rica ederim.

AB: Bana daha önce Four Star Chef dememişti. Çok güzel. ahaha.

MY: Bu onların eksikliği olmuş. Tasarımcı gibi düşünmek için diyorsunuz ki olumlu düşünün, kendinizi başkalarının yerine koyun, onların bakış açılarından bakın, büyük resmi görün, başkalarıyla iş birliği yapın ve hep “peki acaba” sorusunu sorun, diyorsunuz.

AB: Bu şey 5 değerden bahsettin ki ben hemen hemen bütün çalışmalarıma ve çalıştaylarıma bu beş değerle başlıyorum. Özellikle bu içinde olduğumuz kriz döneminde covid19 döneminde bu değerler açıkçası benim ayağımı daha sağlam yere basmama yaradı. Şöyle ki, bu evde kalmaya ve evden çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra senin bahsettiğin Marshall Goldsmith her hafta bizim “Marshall Goldsmith one hundred Coach’s” dediğimiz bir şey var, organizasyon var. Bende onun üyesiyim hatta kurucu üyesiyim. O, hepimizi her gün saat on’da toplamaya başladı, ve dedi ki “Benim yapmak istediğim sizlerle yardımlaşmak ve bu kriz döneminde birbirimizle yardımlaşabilmek”. Bir kişiye bile yardım edebilsem benim için yeterli, dedi. Onu der demez ben de kendi kendime şey diye düşündüm. Ya ben kime yardım edebilirim ve bir kişiye bile yardım etsem yetecekse bu çok yapılabilecek bir şey, ve Marshall’dan esinlenerek New York saati ile 17.00’de Türkiye saatiyle biraz geç oluyor gece yarısı. Sevdiğiniz hayatı tasarlamanın Zoom’da çayını yapmaya başladım.

MY: Beş çayı ama New York zamanıyla haha

AB: Beş çayı, New York zamanıyla, aynen. ahaha. Ve bu söylediğin değerleri yani pozitif düşünme, empatiyle düşünme, büyük görüntüyü görebilme holistic thinking dediğimiz ve işbirliği içinde düşünebilme bu her çayda uyguladığınız bir şey haline geldi. Çay sohbeti de her hafta olan benim bozyap metodolojimin ve onun araçlarının hayatımıza uygulanması ve özellikle bu kriz döneminde uygulanması, ki hayatımızı ve işimizi farklı bir şekilde düşünelim. Ve ben bunu başkalarına yardım edeceğimi düşünerek başlattığım halde en fazla yardım ettiğim insan da ben oldum. Bunu aslında şirketlerle de yapmaya başladık. Mesela bu sabah seninle konuşmadan önce Philips şirketinin tasarım grubu ile aynı metodoloji üzerinden ama onlarla çay değil kahve sohbetleri yapıyoruz. Aynı şekilde onlara pozitif bir şekilde hayatlarını ve işlerini düşündürebilmek ama en önemlisi oradan bir community kurabilmek, yani hepimizin birbirimizin bir parçası olduğunu hatırlamak ve bunu yaratıcı bir şekilde yapmak ve oradan yardımlaşmak.

MY: Çok güzel. Bu çay meselesi de metaforu da güzel bir dönüş olmuş. Bildiğim kadarıyla sizin tasarımcılık hikayenizde o bir çay fincanından başlıyor, tekrar bir çaya dönüp çok güzel bir döngü oluşturmuş.

AB: Mete, çok haklısın ben bu bağlantıyı kurmamıştım. hahah

MY: Dışarıdan bakınca öyle görünüyor ahaha. Peki, bir şey merak ediyorum Co-Creation çok konuşuluyor. O konu da yaklaşımınızı merak ediyorum. Her zaman iyi sonuç veriyor mu veya kimlerle birlikte en iyi sonucu veriyor? Tedarikçilerle beraber yapıldığında mı çalışanlarla yapıldığında mı kullanıcılarla yapıldığında mı? Bu konuda çok deneyiminiz vardır, projeler yürütmüşsünüzdür, sonuçları biliyorsunuzdur.

AB: Evet, aslında bizim bu Co-Design çalışmalarımız sevdiğiniz hayatı tasarlayın fikrinden sonra çıktı. Şöyle bir şey oldu. Yani insanlara hayatlarını tasarlattıktan sonra ve ne kadar yaratıcı olduklarını gördükten sonra şey diye düşünmeye başladık. İnsanlar bütün hayatlarını tasarlayabiliyorlarsa hayatlarının bir parçasını da tasarlayabilirler. Bu işte olabilir, bir bulaşık makinesi de olabilir, serüven hayali de olabilir, pek çok şey olabilir. Ve bunu ilk GE ile beraber bir çamaşır makinesi projesi ile yaptık. Sevdiğiniz çamaşır makinesini tasarlayın ve kullanıcılar ile beraber. Bir deney olarak başladık. Çok verimli olduğunu insanların ne kadar yaratıcı olduğunu ve tasarımcı olarak düşündükleri zaman onlardan ne kadar çok şey öğrenebileceğimizi gördük ve onun yanında bizim onlara siz şunu şunu yapın dememizdense onların bize biz bunları yapmak istiyoruz böyle ihtiyaçlarımız var, o ihtiyaçlara şöyle cevaplar verebiliyoruz demeleri bize inanılmaz ilham getirdiği gibi Co-Design şöyle güzel bir özelliği var. Hem empati yaratıyor hem iki taraf için hem üretici için hem kullanıcı için. Diğer tarafı güven yaratıyor. Yani kullanıcı da size onları dinlediğiniz için onları da bu yaratıcı çemberin içine aldığınız için daha fazla güveniyor. O zamandan beri biz yani belki 50 üstü co-design projesi yaptık. Kimini şirketlerin içindeki mesela sevdiğiniz ekibi tasarlayın şeklinde projeler yaparak şirket içindeki kullanıcıların hayatlarını ve işlerini daha iyiye götürdük. Kimine de nihai kullanıcıyla yaparak. Yani senin soruna cevap, her sefer fayda getiriyor her sefer değer katıyor. Hiçbir zaman götürdüğünü, bir eksi getirdiğini görmedim. İnanılmaz bir potansiyel. Ondan sonra tasarımcının ve üreticinin bu fikirleri alarak bunları geliştirmesi ve onlara bir form vermesi çok önemli ama özellikle ilk aşamalarda biz şimdi her çalışmamızı araştırmamıza co-design ile başlıyoruz. Ve en son yaptığımızda 65 üstü insanlarla hayatlarını co-design ettik. Bu da süper keyifli 1 senelik bir proje yaptık.

MY: Harika. bu hani iş dünyasında veya tasarım tarafında böyle bir ayrı bir yol vardır. İşte hani Ford’un meşhur lafı “İnsanlara sorsaydım daha hızlı at isterlerdi” veya işte Steve Jobs “Bilmez tüketici ne istediğini” falan gibi bir yaklaşım. Bu aslında onların bunu alamamasından veya bir şekilde kendilerine daha fazla kredi vermelerinden kaynaklanıyor herhalde. Yoksa tasarım odaklı düşünme de kullanıcı mutlaka her zaman için sürecin bir parçası değil mi?

AB: Kullanıcı her zaman sürecin bir parçası. Yani bazen tabii bu şeyler, kulağa hoş gelen söylentiler akılda kalıyor ama bence Henry Ford ya da Steve Jobs bugünkü olduğumuz noktada co-design’ı sistemlerinin içine alabilirlerdi. Tabi önemli olan dediğim gibi onlara burada biz bir soru sormuyoruz. Onlara bir beraber yaratmak için bir ortam yaratıyoruz. Ben de insanlara sadece soru sorsam hatta pek çok çalışmada mesela şey diyorum. Ben size mesela değerlerinizi sorsam buna çok tekdüze cevaplar vereceğinizden eminim. Ama ben size kahramanlarınızı sorsam ve o kahramanlardan ondan sonra değerlerinizi düşündürtsem çok inanılmaz zengin bir diyaloğa gidebiliyoruz. İşte orada hangi soruyu nasıl sorduğunuz ve bunu yaratıcı bir yöntemden geçirmeniz çok önemli oluyor.

MY: Kesinlikle, en doğru cevap bu bence de. Yani hem metaforik düşünme veya birçok provoke edici teknik var tasarım odaklı düşünmede. Onları kullanmak kesinlikle gerekli. Aksi takdirde tabii ki insanlar alışık değiller bu şekilde farklı düşünmelere. Peki birçok eşya tasarımı yaptınız. İnsanların hayatlarını parçası olan nesneler tasarladınız ama bir yandan da Marshall Goldsmith gibi 10 yaşından 90 küsür yaşına kadar insanlara koçluk yapıyorsunuz hayatlarını tasarlamaları için. Sizce size hangisi daha fazla keyif veriyor, hayat tasarlamak mı eşya tasarlamak mı?

AB: ahaha çok güzel. Bana aslında bu soruyu cevaplamam zor. İkisi de keyif veriyor. Yani bana bir şeyi bozup yapmak keyif veriyor. Bunu tabi insanlara hayatlarını ya da işlerine tasarlattığım zaman keyifli olan hiçbir ürün hiçbir servis yani aramızda insanlar ve tasarım süreci dışında hiçbir şey yok. Endüstriyel hiçbir şey yok. Hakikaten bir yerde öz tasarım diyebileceğimiz bir noktaya geliyorsunuz ki onu çok seviyorum ama onun dışında bir co-design süreci tasarlayıp onun üzerinden insanların hayatlar içinde kullanabilecekleri ürünleri ya da servisleri düşünmek, düşündürtmek, üreticileri eski problemlerine yeni çözümler getirebilmek bu da benim için çok keyifli. Çünkü ikincisi çok daha büyük bir kitleye ulaşıyor. Birincisi kişisel insanın kendi hayatı belki ekipsel insanın yirmi kişilik ekibi, yüz kişilik ekibi, beş yüz kişilik ekibi. Ama bir ürün yaptığınız zaman mesela Herman Miller ile ya da Toyota ile binlerce, yüz binlerce belki milyonlarca insanın hayatına bir şekilde giriyorsunuz, etki yapıyorsunuz. O çok keyifli.

MY: Çok iyi anlıyorum. Peki, mesela kişilerin kendi hayatlarını tasarlamaları için diyorsunuz ki her şey yolundaysa bozmayın, diyorsunuz. Yani onu bir construct etmek sonradan yapmak daha zor. Peki, her şeyin yolunda olup olmadığını hakikaten buna ihtiyacımız olup olmadığını nasıl anlayacağız? Böyle hani klasik esprilere konu olan bu beyaz yakalıların Bodrum’da kafe işletmek, Kaş’ta pansiyon işletmek gibi hayalleri var ya. Bunların gerçek mi yoksa çok böyle klişe olduğunu nasıl anlayacağız?

AB: Aslında insan, yani eminim sen de hayatında belli dönemlerde içinden bir şey gelmiştir. İnsanın içinde bir şeyler taşıyor ve bir taşma noktasına geliyor ve bu belli dönemlerde oluyor. Mesela çok klasik şeyleri var. İnsanın hayatının klasik dönemleri var. Okulu bitirdiniz ve artık iş hayatına atılacaksınız. O dönemde insan geleceğini düşünmek istiyor ya da sevdiğiniz bir insanla berabersiniz ortak bir gelecek düşünüyorsunuz ya da çocuk yaptınız çocuklar büyüdü, evi bıraktılar. O dönemlerde anne babalar şimdi ben ne yapacağım? Başarılı insanlar mesela Marshall Goldsmith gibi belli bir döneme geliyorlar. Ya ben iş hayatında yapabileceğim her şeyi yaptım bundan sonra hayatımı nasıl geçirmek istiyorum. Yani böyle klasik dönemler var. Bir de herkese daha özel yani mesela kişisel olarak birisi. Ben mesela şöyle bir dönemin içindeyim. 30 senedir hemen hemen New York’ta oturuyorum ve bu covid döneminde birden bire New York’ta bir evde çıkmadan kalmanın çok keyifli olmadığını, bahçesinin olmamasının çok iyi bir ortam olmadığını ve aslında Zoom’dan çalışabiliyorsam nereden çalışabilirsem çalışabildiğimi gördüm. Ve birden bire yani sadece benim değil benim, katalist dediğimiz şu anda katalist bir dönemin içindeyiz.

MY: evet, hızlanma var.

AB: Hızlanma var, inanılmaz bir değişim var. İnsan bu dönemlerde de yani ben neydim ne yapacağım ne olacağım? O soruları yani bir yerde taşıyor, insanın o taşkın duygusuna biraz açık olmak lazım.

MY: Peki, sizinle bir tasarım yaptı bir kişi diyelim ve yani yapılması gerekeni biliyor fakat yapamıyor. Bir şekilde bir atalet içinde, o harekete geçmeyi, korkusunu yenmek için ne öneriyorsunuz, nasıl destekliyorsunuz veya tavsiyeniz nedir?

AB: Çok güzel bir soru. Yani tasarımcı olarak aslında bizim yaptığımız ve hem ürüne hem hayata uygulanabilecek şey, bir prototip yapmak. Bir, insanların farklı modeller düşünmesi. Nasıl bir tasarım yaparken bir sandalye çizecekseniz bir tane fikirle gelmiyorsunuz. Belki 100 tane sandalye düşünüyorsunuz. Onların eskizini yapıyorsunuz. Ondan sonra onların içinden bir seçim yapıyorsunuz on tanesini seçiyorsunuz. Sonra o on tanenin birbiriyle kombinasyonda bakıyorsunuz ve farklı farklı çok geniş bir yelpazeden daha odaklı daha küçük bir şeye gidiyorsunuz, fikir hazinesine gidiyorsunuz ve oradan bunların içinden bir fikir bu süreçten geçtikten sonra hakikaten sizi en heyecanlandıran fikir olarak ortaya çıkıyor. Ve o fikri o zaman insan hayata geçirmek istiyor. Hayata geçirmek istediği andan itibaren de bunun için kimle çalışabileceğini, işbirliğini yapabileceğini düşünüyor. Hayatta da aslında böyle yani hayatı tasarladığınız zaman bir tek hayatta bir çözüm yok, pek çok çözüm var. Önce onları bir toparlıyorsunuz, ondan sonra değişik permütasyonlar yapıyorsunuz. Fakat onların içinden baktığınız zaman bir kısmı size hakikaten şey geliyor. Yani ya heyecan veriyor ya olumlu geliyor ya mantıklı geliyor. Onların seçimlerini yapıyorsunuz onun içinde peki bunlardan hangisini rahat yapabilirim, hangisi için nelere ihtiyacım var ve tamamıyla bu tasarım sürecinde olduğu gibi çok büyük permütasyonlardan tek bir şeye ve en yaratıcı fikre doğru gidiyorsunuz. O fikri yakaladığınız zamanda o heyecanla insan hem ne yapacağını hem nasıl yapacaksın ve bunun için kimlere ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Düşünmezse de ben onlara yardım ediyorum ve düşünmeleri için araçlar tavsiye ediyorum.

MY: Aslında Matrix’te Oracle’ın Neo’ ya söylediği gibi yani işte “Aşık olduğunu ancak sen bilirsin bunu sana kimse söyleyemez”.

AB: ahahha aynen öyle iyi bir fikir olduğunu sen bilebilirsin. Bir de senin dediğin yani insanın bir problemi yoksa hayatı bir şekilde tabii hepimizin hayatında çeşitli problemler var ama yani şu anda ben hayatımı değiştirmek için çok büyük bir şey hissetmiyorsam, içgüdü hissetmiyorsam o zaman insanın hayatı demek ki bir şekilde gidiyor. O içgüdü, dediğim gibi bir taşma hissi geldiği zaman insanın hayatını tasarlaması faydalı oluyor. Yani tasarımda da böyle, eğer bir problem yoksa o zaman yeni bir ürün yapmaya da gerek yok açıkçası.

MY: Tabii tabii, yapmış olmak için. Yapabiliyoruz o zaman yapalım tarzı bir şey hiçbir zaman bir karşılığı yoksa bir anlamı olmuyor, evet. Peki, sona geliyoruz benim podcast’imin bir imza sorusu var, biliyorsunuz. Bu değer yaratmanın formülünü soruyorum. Öte yandan da geçenlerde bir webinara katıldınız o bahsettiğiniz Marshall Goldsmith’in yaptığı Alexander Osterwalder ile. Sinan Yorgancıgil Management Center Türkiye’den. Linkedin’den de sizin sıkı takipçiniz. O bir alıntı paylaştı sizden. Şey demişsiniz “Değerlerinizi bilmeden değer yaratamazsınız”

AB: Çok doğru. Sinan Bey çok güzel şeyler yapıyor Linkedin’de.

MY: Kesinlikle, peki, değer yaratmanın formülü değerlerimizi bilmek mi yani bunlar belli değerler mi yoksa her değere göre farklı bir değer yaratmak mümkün mü?

AB: İkisi de. Yani değer yaratabilmek için insanın kendi değerlerini bilmesi lazım. Bazı değerler hayat boyu kullandığımız değerler bazı değerler de olduğumuz konumda ve şartlar içinde geliştirdiğimiz değerler. Bunlardan en basit mesela ben anneyim, anne olmadan önce annelik değerlerini aslında pek bilmiyordum ama anne olduktan sonra o değerler gelişti. Yani ve hatta çocuklar büyüdükçe o değerler gittikçe değişiyor. Ama mesela tasarımcı olarak geliştirdiğim ve kullandığım değerler senin de söyleşinin başında bahsettiğin beş değer. Bunlar her an bana yardımcı oluyorlar ve onların değişeceğini zannetmiyorum. Değerlerimizi nasıl kendi kendimize çıkartabiliriz ya da hatırlatabiliriz. Bunun için de benim en sevdiğim araçlarımdan bir tanesi Heroes Exercises ya da kahramanlarımız. Bu konuda da yani şu anda belki bunu anlatmak için çok vakit olmayacak ama seninle paylaşmak istediğim bir link var, dinleyicilerimizle paylaşabileceğimiz ama onu sana yollayayım.

MY: Kesinlikle, ben onu bölüm notlarında mutlaka yayınlıyorum.

AB: Oradan Heroes Exercises‘i indirebilirler. Hem onun hikayesini anlatıyor yani nasıl böyle bir araç geliştirdim hem de onu nasıl kullanabileceklerini çok detaylı bir şekilde anlatıyor. Önemli olan insanın değerlerini bilmesi. Bunu yapabilmek için de beğendiği veya ilham aldığı insanları düşünmelerini istiyorum. Ondan sonra da o insanlara bakarak kendi değerlerini düşündürtüyorum ki bu değerlerimiz hayatımızın işimizin bir yerde kökü ve toprağı, özü hakikaten öyle.

MY: Harika, çok güzel de bir hediye oldu bu dinleyicilerimiz için. Peki sizden nasıl haber alabilirler, yapacaklarınızdan, bu beş çaylarından veya Türkiye’de bir şeyler planlıyorsanız veya online da nasıl haberdar olabilirler?

AB: Bu sana söylediğim linkten aslında bizim paylaşımlarımıza üye olabiliyorlar ve o zaman onlarla çaydı ya da mesela Alexander Osterwalder ile tekrar bir Webinar yapmak istiyoruz. Onları ve gelecekte yapacağımız bütün etkinlikleri paylaşır hale geliyoruz.


MY: Harika, Ayşe Birsel, çok teşekkür ederim katıldığın için.

AB: Mete, ben çok teşekkür ederim, Gül’e çok sevgiler.

MY: 🙂 mutlaka ileteceğim, o da buradan duyabilir bunu.

AB: Harika.

Bu söyleşiyi yazıya aktaran Sn.Sema Doğan’a yardımı ve emeği için teşekkür ederim. MY

Bunu paylaşın
Tartışmaya katılın