MY: Cenk hoş geldin öncelikle.
CA: Hoşbulduk.
MY: Neye niyet neye kısmet, 17 Mart’ta Kolektif House’ta yapacaktık önce. Arkasından bir anda pandemi patlak verdi, 22 Nisan’a erteledik, yani o zamana kadar düzelir diye. Sonra baktık ki iyisi mi biz modaya uyalım, insanları da bekletmeyelim, Value Talks’un birinci serisini burada başlatalım. Aslında ben sadece online olmasını değil, kanlı canlı olmasını tercih ederim, umarım ileride de tekrar sağlıklı günlerde dinleyicilerle buluşuruz.
CA: Sağlık olsun diyelim.
MY: Aslında bu öyle bir durum ki hakikaten, herhalde Nevada’ya uçan daire inse bundan daha fazla belirsizlik olmazdı yani. Gayet absürt bir durumdayız hakikaten, ne olacağı ne biteceği belli değil. Senin hem kariyer yolculuğunu konuşalım diye ilk başta zaten planladık, onu zaten yapacağız ve eminim çok ilham verici anekdotlar da var. Onun haricinde tabii COVID sonrası değişimlerden de bahsedeceğiz ve yine bugüne dair senin çalıştığın sektörlerdeki öngörülerini ve tahminlerini de almak isteriz. Ben kısaca şöyle bir giriş yapayım istersen, 1994’te ODTÜ Makine’den mezun oldun, arkasından yine ODTÜ’de MBA yaptın, 1997’de bitirdin askere gittin geldin, çalışmaya başladın. Oradan 2000 yılında Anadolu Grubu’na geçiyorsun. Seninle tanışmamız da zaten 2003-2004 yılında Sırbistan’da sen Efes Sırbistan CFO’suyken oldu. Aslında bu 1 saatlik bölümü sırf Sırbistan, oradaki şirketimiz, bira ve Sırplar’dan bahsederek geçirebilirdik ama haksızlık olur insanları hiç oyalamayalım, dijital konuşacağız dedik. Zaten senin dijitaldeki kariyerin bile 1 saate sığmaz. Gittigidiyor ile başlayalım istersen. Dünyada e-ticaret 90ların ikinci yarısında başladı herhalde. Hepsiburada yanılmıyorsam sanırım 1998’de çıkıyor, Gittigidiyor da 2001’de kuruluyor. Sen 2007’de katıldın Gittigidiyor’a, ama o tarihte zaten ne Trendyol var, ne n11.com var, iPhone bile yok. Mobil cihazların bugün çok etkili olan e-ticretteki varlığı yok. Sen ilk geldiğin zaman durum nasıldı Gittigidiyor’da, sen ne ile karşılaştın?
CA: Bahsedeyim Mete’cim, öncelikle çok teşekkürler bu fırsat için. Sonrasında katılımcılara da iyi akşamlar dilerim, umarım herkesin sağlığı yerindedir, sevdiklerinin de sağlığı yerindedir ve umarım öyle kalır, bu dönemi atlatana kadar. Benim Gittigidiyor’a geçtiğim dönemdeki dünyayı şöyle anlatıyorum genelde, ben Gittigidiyor’a girdiğimde dijital dünyadan bihaberdim. Mesela eBay diye bir kurumu bilmiyordum, o zamanlar eBay bu kadar bilinir değildi. Ben girdiğimde “Bizim bir ortağımız var, eBay, çok büyük bir şirket” dediler, “Öyle mi, o kim?” dediğimi hatırlıyorum yani. Aslında benim için sıfırdan bir giriş oldu dijital dünyaya. O dönemleri anlatmak için belki şunu söyleyebiliriz, benim zamanımda herhangi bir eticaret sitesi için “Hacminizin ne kadarı mobil cihazlardan, ne kadarı desktoptan?” diye konuşulurdu ama hep şu sorulurdu: “Mobil cironuz ne kadar?” Çünkü o küçük olan paydı, “Oradaki trafiğiniz ne kadar?” denirdi ve işte cevaplar %10-15-20 bandındaydı. Onları da bayağı şaşkınlıkla karşılardık, “Vay, bayağı büyüyor” diye. Sonra çok çabuk bir şekilde bu söylediğim diyalog terse döndü, herhalde 5-6 sene öncesinden itibaren artık “Sizin cironuzun ne kadarı desktop?” diye soruluyor. Çünkü çoğunluk trafikte mobile geçti, dolayısıyla e-ticarette de çok ciddi bir dönüşüm oldu. Zaten 2007 dediğimizde aslında çok eski bir şeyden de bahsetmiyoruz. İnternetin insanların hayatına girişi 1980ler, eBay’in kuruluşu mesela 1995. Ben sonuçta onunla ilişkili bir kuruluşta çalıştığım için söylemiyorum, aslında dünyadaki e-ticaret sitelerinin -benim bildiğim ölçekte e-ticaret sitelerinin- en eskisi, dolayısıyla onun kuruluşu milat olarak anılıyor, bizdeki Hepsiburada’ya benzer şekilde. Dolayısıyla ben oraya girdiğimde eBay daha 12 yaşındaydı. Tabii çok hızlı büyümüş, çok hızlı penetre olmuş, koca bir dev haline gelmişti 12 yıl içinde. Ben geldiğimde Gittigidiyor’a, şöyle özetleyebilirim durumu, iş çok hızlı büyümüştü. Yani çok hızlı ölçeklenmişti, eBay ilk yatırımını yapmıştı Gittigidiyor’a, %10 hissesi vardı ve bir opsiyonu vardı daha fazla hisse alabilmek için. Genelde de sorun, yani o zamanlardaki makro sorunumuz, çok hızlı büyümüş olan işe organizasyonun yetişememiş olmasıydı. Mesela product/ürün tarafında çok fazla işlerin birikmesi ama işe yetişecek hızda eriltilemiyor olması, çünkü yeterli bir işgücünün olmaması vesaire gibi. Genelde organizasyonun hem işin gelmiş olduğu ölçeğe göre yapılanması hem de bir sonraki aşamaya götürebilmek için ona göre organize olmasıyla çok vakit harcadığımı, bununla çok uğraştığımı hatırlıyorum o dönemde. Hatta ilk iki yıl falan tamamen bununla geçti diyebilirim yani.
MY: Peki eBay gibi arkasında bir güç var ama tam manasıyla bir entegrasyon da belki söz konusu değil zaten, oradan belli bir know-how transferi, belli altyapıların veya modüllerin/yazılımların kullanılması mümkün değil mi?
CA: eBay kırk küsür ülkede faal şu anda, dolayısıyla farklı farklı entegrasyon yöntemleri var. Bazı ülkelerde kendi yazılımlarıyla bulunuyor, bazı ülkelerde de -Türkiye gibi- halihazırda varolan bir ürünü/siteyi koduyla tüm işleyişiyle satın alıyor. Mesela İsveç’te Tradera vardı, o da bizim gibiydi. Tradera gibi İsveç’in kendi kod dünyasında/ekosisteminde olmayan, standalone kendi başına varolan işlere de off-platform pazaryerleri deniyordu, dolayısıyla biz de öyleydik. Dolayısıyla, öyle bir şansımız olamadı bizim. Hani “eBay geldi teknolojileri komple eBay’in teknolojilerine geçirelim” falan gibi bir ortamımız olmadı. Dolayısıyla biz, o zamanlar geliştirilmiş olan kodu geliştirmeye devam ederek, eBay satın almasa ne yapacaksak aynılarını yapmaya devam ederek ilerledik. Bugün de sonuçta Gittigidiyor off-platform kendi dünyasında, product anlamında. Ama tabi şunlar oldu, yani knowhow anlamında çok fazla bilgi paylaşımı oldu, entegrasyon tabii ki oldu. Yani ürün tarafında çok değil, teknoloji tarafında oldu. İşte server yapıları, onların güvenlik katmanları, mimariler vesaire bunlar anlamında da entegre olmak gerekiyor böyle bir yapı satın aldığında, ama asıl entegrasyon tabii insan kaynakları, finans, raporlama, organizasyonel yapılanma vesaire gibi konularda daha ziyade oldu diyebilirim. Onların da bizden görüp dünyanın başka yerlerinde hayata geçirdiği şeyler oldu, bir tanesi ödeme sistemleri. Zaten Türkiye’de genel olarak dijital ortamdan ya da e-ticaretten bahsedildiğinde iki şey hep konuşulur ve bence hakkıyla konuşulur, bir tanesi ödeme sistemlerinin gelişmişliği, bir diğeri lojistik. Bugün de bence Türkiye’nin bazı açılardan diğer ülkelere göre daha kolay, daha çabuk adapte olmuş olması, belki yine bazı açılardan daha kolay geçiyor olması bu COVID döneminden, lojistik yapımızın esnekliğiyle, adaptasyon kabiliyetiyle ve genel olarak iyi olmasıyla alakalı. Bunlar da aslında kredi kartı kullanımı, taksit denen olgu. Mesela bununla eBay biraz Türkiye sayesinde tanıştı onu söyleyebilirim, ya da ödeme tarafında basit ama etkili bir yöntemimiz vardı bizim, bir alıcı ürünü satın aldığında ödemeyi yapıyor ama ödeme satıcının hesabına gitmiyor, bloke oluyor, sonra alıcı ürünü aldığında ve onay verdğinde satıcıya gidiyor. Bu bugünlerde standart oldu ama o zamanlar biz bunu anlattığımızda eBay de çok şaşırmıştı, çok enteresan bulmuştu. Şimdi tabii bir ödeme standardı haline geldi. Bunu Almanya’da adapte ettiklerini de biliyorum. Dolayısıyla tabii ki daha çok bizim öğrendiğimiz ama birtakım şeyleri de onlara gösterdiğimiz bir süreç yaşandı.
MY: Klasik aslında, nerede bir zorluk varsa orada bir keşif oluyor. Yani Türkiye’deki güven problemi herhalde sizin için bir issue oldu ve bunu halletmeniz gerekti bir şekilde, başka yerde belki bu kadar corrupt bir şey olmadığı için bu çok öncelikli bir ihtiyaç olarak görülmüyor ama çok insani bir şey bir yandan da.
CA: Tabii, trust konusu mesela, biz o zamanlar anketler yapıyoruz, focus gruplar, kullanıcılarla konuşuyoruz, yani birçok konuda olduğu gibi ilk duyduğunuz aslında konuyu tamamen anlamanıza yetmeyebiliyor. Yani güven dendiğinde neye güvenmediğini kullanıcının anlamak gerekiyor, kredi kartı bilgilerinin çalınmasından mı bahsediyor aslında, ya da istediği ürünün kendisine gelmeme ihtimalinden mi bahsediyor? Şöyle hatıralarım da var, birçok kullanıcı Gittigidiyor’da satılan bütün ürünleri Gittigidiyor’un kendisinin sattığını zannediyordu. Çünkü bize mesela çok mesaj gelirdi “Ben sizden üç tane ürün aldım, neden hepsini farklı günlerde yolluyorusunuz?” diye. Biz de anlatmaya çalışıyorduk, “Burası pazar yeri, birsürü satıcı var” diye. Bu hani kimi zaman kullanıcılarımıza anlattığımız şeylerdi, güven özellikle. Nasıl teknolojilere korunduğu, bizim bilgileri nasıl sakladığımız, fiziksel hayattaki kredi kartı bilgilerinin çalınması riski ile sanal ortamdakinin aslında farklı olmadığı… Çünkü o zamanlar temassız ödemeler de yoktu, hatta seyyar POS’lar da yoktu. Hatırlarsınız çok eskiden POS’un yanına gidilirdi, ya da kredi kartınızı verirdiniz, sizi davet ederlerdi “Şuradan şifre girer misiniz?” diye. Yani kredi kartının fiziksel olarak hareket ettiği bir ortamda üzerindeki bilgilerin bir kenara not alınması mümkün. Bunları anlatmaya çok gayret etmiştik tabi, epey de yol katedildiğini düşünüyorum. Bir diğer konu da, orada tabi bankalar o dönemde sanat kart kavramını çok vurguluyordu, “Fiziksel kart yerine sanal kartla alışveriş yapın, sanal kart şöyle güvenli” diye. Biz onunla da çok mücadele ettik mesela. Çünkü sanal, fiziksel kart kadar penetre olmuş bir ödeme aracı değildi, halen değil. Dolayısıyla fiziksel kartın internet ortamında rahatlıkla kullanılabiliyor olması, genel olarak e-ticaretin ölçeklenmesi açısından çok kritik bir olguydu. O açıdan onları da anlatmaya gayret ettik, sonunda epey yol katedildi diye düşünüyorum.
MY: Aslında bugüne baktığımız zaman, özellikle pandemiden sonra, sanıyorum hem frekans arttı, hem de penetrasyon arttı. Şimdiye kadar alışveriş yapmayan insanlar da online almaya başladı. Sence bunun etkisi nasıl olacak? Yani şu anda hem business’ın gelişmesi hem de insanların davranışlarında nasıl bir farklılık yaratacak?
CA: Mete’cim sonuçta bu konu birçok açıdan ele alınıyor, tartışılıyor. Çok fazla etkisi var ama yatayda herkes tarafından kabul gören şeylerden bir tanesi, dijitalin ya da dijitalleşmenin COVID nedeniyle çok daha hızlandığı. İkincisi de, aynen söylediğin gibi, Türkiye’deki bugüne kadar dijital dünyaya uzak, belli bir yaşın üzerindeki kitlenin de artık dijital ortama çok daha yaklaşmış olması, o veya bu sebepten. Video görüşmeyle torunundan haber almak için de olabilir bu, veya evdeki basit ihtiyaçlarının karşılanması için çeşitli online dijital ortamlardan alışveriş yapmak için de olabilir. Sonuçta geldiğimiz noktada bazı trend raporları da yayınlanıyor, rakamsal olarak da gösteriliyor ki belli bir yaşın üstündeki insanlarda dijital adaptasyon hızlandı doğal olarak. Artı, zaten dijitalde alışveriş yapan kitlenin, senin de söylediğin gibi, frekansı arttı. Tabii ki harcama kategorileri değişti, şu anda daha ziyade temel ihtiyaçlar, gıda ağırlıklı olarak harcamalar yapılıyor, ama frekans arttı. Bugün bir podcast dinledim, orada da altı çizilen konulardan bir tanesi, dijitalleşme biraz da popüler bir tabir olduğu için kurumların hayatındaydı yani. Belki son 3-5 yılda CDO (Chief Digital Officer)’lardan tutalım dijitalleşme kelimesi -fırsat kelimesi mesela benim hafızamda çok yer tutar yorgun bir kelime olması itibariyle- dijitalleşme de artık oraya gelmişti ama kısmen popülerliktendi bu. Şimdi bugün geldiğimiz noktada aslında biraz zaruri hale gelmiş durumda. Hayatın idamesi açısından başka bir şansın olmaması -bugünler için söylüyorum- açısından dolayı. Dolayısıyla toparlarsak, e-ticaret siteleri için ve tabii e-ticaretin tamamlayıcı unsuru olan lojistik firmaları için, şu anda çok ciddi bir büyüme döneminden geçiliyor. Buradan şu zannedilmesin, “Bu iki sektör çok şanslı, harika büyümeler oluyor”, bir takim zorlukları da var. Mesela ben eve perakende teslim yapan üç büyük oyuncu var ama ikisini çok yakından çeşitli vesilelerle takip edebiliyorum, ikisinde de çok büyük problemler oldu. Uygulamaların gelen trafiği taşıyamaması, checkout’u yönetme, ödeme sistemlerinin mesela, Mastercard’ın çökmesi… Özellikle İstanbul’da ilk sokağa çıkmaya yasağının iki saat kala açıklandığı 22.00 ile 24.00 arasında çok büyük problemler oldu. Uygulamalara girilemedi, girildi ama çıkılamadı, ödemeler yapılamadı… Bu bir tarafı, yani bu kadar büyük trafiğin ya da talebin -ister uygulama olsun ister web sitesi olsun- bunların testleri yapılır dijital dünyada. Bir trafik patlaması test edilir, stres testleri yapılır ama bu ölçekte olanı anladığım kadarıyla çok profesyonel olan oyuncular tarafından dahi test edilmiş değildi. Dolayısıyla hem onlar yaşanıyor bir yandan, hem çok ciddi bir operasyon olunca… Kendi stoğunu teslim eden oyuncular vardı bu oyuncuların arasında, onlarda tabii stok yönetimi de çok kritik bir hale geldi çünkü bir; hacim patlaması, iki; aralarda off günler, yani sokağa çıkma yasağı oluyor mesela bir anda bütün teslimatlar duruyor ama siz o stokla yakalanmış oluyorsunuz Bu iki safhada da önemli bir şey olursa çok daha ciddi bir durum. Dolayısıyla, değişimin beraberinde getirdiği adaptasyon zorunluluğu ve zorlukları bence herkes için var. Dijital taraftaki şans ticari tarafın iyi biliyor olması, öyle bir şeyleri var onların.
MY: Anladım. burada bir dinleyicimiz, Ömer Üzmez, “Ülkemizdeki özel bir bankanın kredi kartı müşterilerinin yüzde 40’ının Mart ayında ilk defa sanal POS’larda kullandığı saptanmış” diyor mesela. Yani hakikaten bu tarz double digit değişimler kimsenin iş hayatında, oturmuş businesslarda hiç rastlanmayan şeyler tabi.
CA: Bir diğer önemli konu da şu tabii, bu tarz değişimler, kısa süreli deneyimler sonradan sıfırlanmıyor genelde. Yani bu dönemde şartlar gereği sanal POS’u deneyimlemiş, dijital alışverişi veya e-ticareti deneyimlemiş bir kullanıcının, yani eski hayatımıza döndüğümüzde inşallah bir süre sonra, önceden e-ticaret hiç kullanmadıysa o veya bu sebepten, yeniden o hale dönmesi pek olası değil. Dolayısıyla mutlaka bunun bir tortusu oalcak, ister internet penetrasyonu anlamında, ister e-ticaretin toplam ticaret içindeki payı anlamında, mutlaka kalıcı bir etkisi olacaktır diye düşünüyorum.
MY: Pazarlamada promosyonların dayandığı temel bu değil mi, bir davranış değişikliği yaratıp onun kalıcı olmasını sağlamak ya da ümit etmek mümkün olduğunca, bunu desteklemek… O zaman istersen Uzman TV’ye geçelim, o da enteresan. Youtube’un rakibi olarak görülüyor, bu anlamda Uzman TV daha da uzmanlaşmış, güvenilir bir bilgi kaynağı olmayı planlayan bir kanal. Oradaki deneyimin nasıldı?
CA: Şöyle, bir defa Uzman TV’nin kurucusu Ersan Özer’i ben Gittigidiyor’daki döneminden tanıyorum. Ersan bir sabah ofise geldi. O zamanlar Gittigidiyor’un kurucu ortaklarıyla beraber, hepsinin ortak olduğu bir şirket vardı, Ersan da onun yönetimindeydi. Başka birtakım işler yapıyordu, Ankara.net İstanbul.net, İzmir.net gibi dating siteleri kümesini yöneten bir şirketti bu. Hiç unutmuyorum, o ortaklara dedi ki “Benim aklıma bir proje geldi, böyle bir şey yapmak istiyorum”, sanırım kullandığı tabir -hafızam beni yanıltmıyorsa- görüntülü ansiklopedi gibi bir şey söylemişti.
MY: Öyle mi? Görüntülü ansiklopedi diye not almışım ben de.
CA: Bravo, aynen öyle. Youtube çok büyük ve yelpazesi çok geniş, hem bir deneyim çeşitliliği anlamında çok geniş, çok farklı verticalları bünyesinde bulunduruyor. Youtube olmaya çalışmıyorduk, zaten o anlamda da görüntülü ansiklopedi önemli. Belki Wikipedia’nın bir tüneli gibi düşünebilir ama içinde deneyime yönelik de bir sürü şey var salt bilgiden öte. Yani, işte atıyorum, “Gece uyandınız, bebeğinizin dişi ağrıyor, nasıl müdahale edilir?”den tutalım, “İdeal sufle nasıl yapılır?”a kadar deneyime yönelik.
MY: “Evde çocukların saçı nasıl kesilir?” diye şimdi video koymuşlar sanırım, tam da onu takip eden br şekilde aslında.
CA: Yani o çok enteresan bir projeydi. Sonuçta, bildiğiniz bir prodüksiyon evi gibi de düşünmek lazım herhalde. Zaten ekip de o şekildeydi, bir çekim ekibimiz, bir montaj ekibimiz, editörler… Yani bayağı böyle bir production house gibi çalışan bir işti bir defa. Dolayısıyla benim de başta bayağı bir şeyi öğrenmem gerekti ama sonuç olarak ben Uzman TV’deyken yaklaşık 40.000 tane videomuz vardı. Bu şekilde, üretim gibi çeşitli konularda 3-4 dakikalık 40.000 video bayağı bir iş demek. Çünkü genelde bir çekime gidildiğinde 3-5 bilemediniz 10 tane video çekilebiliyor bir seansta diyelim ama tabii hepsi için sorular hazırlanıyor, textler hazırlanıyor, çekiliyor, kesiliyor, montajı yapılıyor, ondan sonra yükleniyor siteye, yani çok ciddi bir iş. O nedenle 40.000 bayağı büyük bir arşivdi. O benim için dijitalin bir başka yüzünü görme imkanı oldu. Dijital dünyada içerik nasıl oluşturulur, hangi içerik kıymetlidir hangisi kıymetsizdir, sonra paraya nasıl dönüştürülür… Gittigidiyor’un gelir modeli ile Uzman TV’nin gelir modeli bambaşka, dolayısıyla dinamikleri de bambaşka. O açıdan değerli bir deneyim olduğunu düşünüyorum oranın da.
MY: Çok güzel, ondan sonra da Hürriyet Emlak var. Orada da bir yandan seri ilanlar gibi çok konvansiyonel bir alan ama onun bir şekilde dijitale geçmiş hali. Orada hibrit bir yapı var diyorsun değil mi? Brick-and-mortar ve seri ilanlar bir arada.
CA: Evet, Hürriyet Emlak, Sahibinden denince dijital işler anlaşılıyor, dotcom olunca bir de, ama benim kendi kariyerimde, -Hürriyet Emlak’ta, TatilBudur’da- dışarıdan bakıldığında dijital bir iş anlaşılmakla beraber, ikisi de hibrit özellikte işlerdi. Hürriyet Emlak’ta şöyle, o bir classified işi, yani ilan sitesi işi. Sonuçta ilan bakmaya gelen kullanıcılar tabii ki dijital, yani bunları websiteniz üzerinden, uygulamanız üzerinden veya responsive site üzerinden ilanları gösteriyorsunuz. O kısım tabii ki komple dijital ama emlak ofisleri aslında Hürriyet Emlak’ın para kazandığı taraf. Çünkü sistemde üyelik satıyorduk paket halinde 1-3-12 aylık, dolayısıyla parayı kazandığımız kısım fiziksel olarak emlak ofisleri olduğu için ben ona hibrit model diyorum. Onlar bildiğimiz brick-and-mortar yani sonuçta fiziksel binalardı. Tabii Türkiye’ye yaygın bir şey, bir emlak ofisi ağı var Hürriyet Emlak’ta, Sahibinden’in de tabii. Dolayısıyla çok fazla seyahat içeren… Mesela benim Gittigidiyor’da işi yönetmek anlamında herhangi bir yere seyahat etmem gerekmiyordu yani, eBay için toplantılara gidiyordum ama iş evden veya ofisten yönetilebilir bir durumdaydı. TatilBudur’da ve Hürriyet Emlak’ta özellikle gelir tarafı için çok seyahat yoğun bir tarafı var. Tabii ilan işi dediğim gibi bambaşka bir iş. Yani parayı bu sefer ilan bakandan kazanmıyorsunuz, ilan veren emlak ofislerinden kazanıyorsunuz. Dolayısıyla dinamikleri bayağı farklıydı onun.
MY: Aslında dünyada da Sahibinden veya Hürriyet Emlak tarzı girişimler var. Orada mesela finansman sıkıntısı çekiliyor mu öncelikle? TatilBudur’da çünkü onu konuşacağız, Hürriyet Emlak’ta böyle bir sıkıntı var mıydı? Yani gidip dışarıdan birinin alması, eBay gibi, acquisition gibi durumlar var mı o sektör için baktığın zaman?
CA: Türkiye’deki iş modellerinin dünyada stratejik bir alıcısının olmadığı bir durum ben bilmiyorum, yoktur diyebilirim ya da çok nadirdir böyle bir şey. Çünkü genelde, bunu da doğru ya da yanlış olarak ya da eksiklik olarak söylemiyorum ama, belli bir gecikmeyle Türkiye -özellikle dijital taratfa- iş modellerini genel olarak takip ediyor. Sadece iş modelleri değil aslında, internetin penetrasyonu yani nüfusun ne kadarının internete eriştiği, bunu bir huni/funnel approach gibi düşünürsek bütün metrikler aslında biribiriyle alakalı ve aşağıya doğru bir ilişki içerisinde hareket eden bir düzlemin üzerinde bütün metrikler. Tepesi de aslında internete erişim. Tabii, bir nüfusun büyüklüğü, sonra o nüfusun ne kadarının internete eriştiği, ondan sonra internet kullanımının hayata ne kadar penetre ettiğini konuşmaya başlıyorsunuz. O da aslında şöyle metriklerle söylenmişti, mesela “Toplam ticaret hacminin ne kadarı dijitalde oluyor?”. Bu şu demek oluyor, internetin geneldeki life cycle’ı, yaşam adaptasyonu şu şekilde oluyor: Genelde haber okumakla internet kullanımı başlıyor, sonra haberleşmeyle -yani mail kullanma, bugünkü dünyada online chatler var, çok değişti iletişim kanalları ama- ondan sonra e-ticaret tabii ki bu adaptasyon eğrisinin sonlarında ya da ileriki aşamalarında var olan bir şey. Bütün bu metriklere baktığımzda Türkiye özellikle Kuzey Amerika’nın sonra da Avrupa’nın belli bir gecikmeyle takipçisi olmuştur. Dolayısıyla da bu işi konuşurken, dünyada stratejik oyuncu genelde zaten bu -veya hangi modeli konuşuyorsak- o modeli veya benzerini başlatmış ve ölçeklenmiş oluyor. Hemen hemen her işte böyle. Yani bugün perakende lojistik işleri yapan popüler üç büyük uygulamadan bahsetsek de öyle, Türkiye’deki Sahibinden için de, Uzman TV için de bu böyle, yani hepsinin var. Dolayısıyla Hürriyet Emlak için de vardı. Hakeza TatilBudur için de tabii ki vardı. Hatta yani birtakım şeyler aslında hani bir görüşmeler de oluyordu, doğruyu söylemek gerekirse. Hürriyet Emlak’a dönecek olursam, ben oradayken öyle bir şey olmadı. Çünkü zaten o daha farklı, yani o zamanlar Hürriyet bünyesinin altında bir işti, daha sonra ayrı bir şirket haline geldi. Aslında çok üzerine titrenilen, hatta gazetenin kendisi kadar -artık Doğan’la da ilişkisi kalmadığı için Hürriyet gazetesinin, rahat konuşabilirim belki o manada- gazeteden daha değerli olabileceği düşünülen bir işti o. Hala da öyle olduğunu tahmin ediyorum, çünkü satılmadı. Hürriyet devroldu ama Hürriyet Emlak olmadı. Dolayısıyla dünyadaki en eski modellerden biridir ilan sitesi işleri ama halen geçerliliğini çok güzel koruyan, çok geçerli iş modellerinden biridir.
MY: Bir şekilde belli bir maturity’e ulaşması gerektiğini düşünüyorsun, öyle mi yani? Dışarıdan bunlara bir ilgi olması için belli bir maturity’e ulaşmaları mı gerekiyor?
CA: Yazılı bir kural olarak değil ama işleyiş olarak pratikte galiba ona geliyor. Çünkü büyük oyuncular genelde bir satın almaya, inorganik bir büyümeye bakmadan önce, checklist gibi bazı sorgulamalar yapıyorlar ve bunlarda çoğu zaman belli bir ölçeğe kavuşmuş olması olabiliyor. Bir fonun yatırım yapmasından bahsediyorsak onlarda bayağı rakamsal olarak bir değer olabiliyor. Mesela deniyor ki “Biz 100 milyon dolar değerlemenin altındaki şirketlerle ilgilenmiyoruz, bu fon öyle bir fon değil”. Onlara bakan başkaca fonlar var, bir startup/girişimin her evresiyle ilgilenen fonlar var ama stratejik oyunculara gelindiğinde hikaye biraz şuna geliyor, örnek vereyim mesela eBay – Gittigidiyor deal’ındaki -bana sorarsan- en büyük kaldıraç neydi eBay açısından bakıldığında? Bence rakamlar açısından Türkiye farkedilmeyecek kadar küçüktü eBay’in toplam büyüklüğü içinde. Oralardaki hikaye şuna geliyor, bir başka ülkeye daha girmiş olmak. Yani Türkiye’de bir ayak izinin olması ve genelde küçük olan oyuncular baz etkisiyle daha yüksek büyüme oranları üretebiliyorlar yüzdesel anlamda. Bu stratejik oyuncular için yine -yanlış anlaılmasın ama- bir hikaye olabiliyor. Çünkü illa mutlak değer rakamlardan konuşmuyorsunuz, yüzdelerden konuşuyorsunuz ve yüzdeler çok iştah açıcı veya göze hoş görünen şekilde olabiliyor. Çünkü eBay’in geldiği bazda mesela %7-8-10 oranlarında yıldan yıla büyümelerden bahsediyorum yani double digit büyüme çok kutlanası bir şey. Şimdi bir satınalma yapıp “Ben yeni bir ülkeye girdim, burada %40-50 büyüyorum” dediğinizde mutlak değerler biraz önemsizleşebiliyor. Dolayısıyla stratejik oyuncularda bu daha ön plana çıkabiliyor. Biz ona “Starts are aligned” diyorduk yani “Yıldızlar dizildi” meselesi, çok fazla şeyin bir araya gelmesi gerekiyor. Herhangi bir yatırımın bir girişimle buluşması için çok şeyin bir araya gelmesi gerekiyor, onlar bir araya gelirse olabiliyor, yani küçük-büyük çok da önemli olmayabilir.
Bu söyleşinin yazıya döken Sn. Burak Şen’e yardımı ve emeği için teşekkür ediyorum. MY