Lazlar ülkesinde

Doğu Karadeniz’deki son günümüzde Sümela Manastrı’na çıktık. Buradaki en eski yapı olan kilisenin MS 4.yüzyılda yapıldığı düşünülüyor. O tarihte hristiyanlar Kapadokya’da olduğu gibi gizleniyorlar. Efsaneye göre iki keşiş aynı rüyayı görüyorlar ve İsa’nın yakınlarından Aziz Luka onları yaptığı ikonu bulmaları için Sou Mela (kara dağ’a) davet ediyor. Onlar da burayı bulup bir kilise inşa ediyorlar.


Ama asıl gelişimini başka çok önemli bir olaya borçlu. 4.Haçlı Seferi diğer haçlı seferlerinden farklı olarak müslümanlara karşı değil, uyanık bazı Venedikliler sayesinde Ortodoks ve zengin Bizans İmparatorluğu’na karşı düzenleniyor. Kudüs’e doğru yola çıkan Haçlılar bazı maddi sorunların da etkisiyle Papa’dan icazetin alınmasıyla (para herkesi bozuyor) İstanbul’a yöneliyor. Sonuçta Katolik ve o zamanın barbarı Latinler (Fransızlar, Flamanlar, Almanlar vb) bütün tahminlerin ötesinde bir yağma gerçekleştiriyorlar (1204). Bizans, Epir (Yunanistan), İznik ve Trabzon merkezli üç devlete bölünüyor. İşte Sümela’yı devralıp büyütenler Bizans’ın bir kolu. (Sonuçta 56 yıl sonra İznik devleti İstanbul’u geri alıyor ve Bizans’ı devam ettiriyor (bkz harita). Ama bu darbe ile sarsılmış Bizans ancak iki yüz yıl kadar (1453) dayanabiliyor.


Trabzon Devleti 1461’de Fatih tarafından fethedilmesinden sonra manastır Osmanlılar tarafından da korunmuş ve imtiyazlar verilmiş. Birçok Osmanlı şehzadesi de Trabzon’da bulundukları dönemlerde ziyaret etmişler.
Yakın zamanda ciddi bir restorasyondan geçmiş, yukarıdan düşen kayaları çelik konstrüksiyonla sabitlemişler. Bu işte sıradan inşaat işçileri değil dağcılar çalışmış. Zaman içerisinde bir kısmı tahrip edilmiş ama hala seçilebilir İncil’den hikayeleri anlatan freskler var.
Trabzon’a geri indiğimizde ise Atatürk Köşkü’nü ziyaret ettik. Atatürk Trabzon’a üç kez gelmiş, ilkinde 1924’te bu köşkte ağırlanmış ama kalmamış. Daha sonra 1930 ve 1937’de burada konaklamış. Hatta son gelişinde gördüğü ilgiden çok duygulanmış. “Mal ve mülk bana ağırlık veriyor. Bunları milletime bağışlamakla ferahlık duyacağım. İnsanın serveti kendi manevi kişiliğinde olmalıdır. Ben büyük milletime daha çok şeyler vermek istiyorum.” diyerek vasiyetini bu köşkte yazdırdığı ve tüm varlığını millete bağışladığı söyleniyor. Bu olayın üstüne köşkü de kendisine bağışlamışlar ama o vasiyetin içinde olmadığı için kardeşi Makbule Hanım’a miras kalıyor. Sonra devlet 1943’te Makbule Hanım’dan satın alarak müzeye çeviriyor. Gerçekten çok zarif ve zamanın ruhunu temsil eden bir ev.


Son durağımız Ayasofya’nın (evet Trabzon İmparatorluğu kaybettiği Ayasofya’yı burada yaşatmak istemiş) Bizans taşra üslubu ile, Gürcü soğan kubbe, Selçuklu taş işçiliğinin bir uyum içinde kullanıldığı sıra dışı bir mimarisi var. 2013’ten bu yana bir kısmı cami olarak hizmet veriyor.
Gezi boyunca beni üzen bir noktayı paylaşmadan yapamayacağım. Hemen her yerde kalelerde, yaylalarda, dağlarda, göllerin, nehirlerin içinde ve kıyısında çok sayıda poşet, pet şişe, yiyecek ambalajı, izmarit gibi çöpler var. Keşke çöp poşetleriyle gelseydim, oraları temizlemek bana epey huzur verirdi diye düşündüm. Sahi TÜRSAB böyle bir hareket başlatamaz mı, üye acentalar yerli müşterilerine böyle bir imkan sunsalar, bir farkındalık oluşmaz mı?


Gelelim teşekkür ve tavsiye faslına: Yolculuk boyunca dinlemek için: Bütün rahmetli Kazım Koyuncu şarkıları ama favorim Divane Aşık, bir de yeni keşif: Eski Hemşin – Fatih Reyhan
Yemek: Kahvaltı için Hancıoğlu Çamburnu Sürmene, Çayeli Lale Restaurant (off Fasulye ve Laz Böreği), konumu ve otantikliği ile Meydan Şimşir Bungalov Restaurant.
Otel: Beklentileri aşan İvme Zigana Hotel ve şirin Ayder Resort.
Tüm tur ve bilgiler için Sevgili rehberimiz Caner Özlü (Oreta)

Bunu paylaşın
Tartışmaya katılın

Okumaya devam edin