Kurtuluş Savaşı hakkında okumaktan bıkmıyorum. O zorlu günlerin hikayelerinden bazen güç buluyorum. Herhalde sonu güzel biteceğini bildiğim bir hikayeyi tekrar tekrar okumaktan zevk alıyorum. Ama o askeri ve siyasi zaferi bugün ekonomik bağımsızlıkla taçlandıramamızın ve vasatın ülkeye hakim olmasının içimdeki acısını da bastıramıyorum.
Annemin yazlığa getirdiği kitaplar arasında Hıfzı V. Velidedeoğlu’nun “Milli Mücadele Anılarım” adlı kitabını buldum. 1904 doğumlu 88 yaşında kaybettiğimiz Türkiye’nin tanınan birçok hukukçusunun hocası olan Velidedeoğlu, Atatürkçü Düşünce Derneği kurucularından ve derneğin onursal genel başkanıydı. Kitabı rahmetli babama imzalamış. Babam önce İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğrencisi olmuş, hayat onların yollarını daha sonra da kesiştirmiş, yıllar içinde dostlukları sürmüştü.
Velidedeoğlu Ankara’da daha 11.sınıfta bir lise öğrencisiyken, ilk meclisin açılışı öncesi Nisan ayında okul tatilinde memur olarak işe alınmış, sonra 1920 Ekim’ine kadar çalışmış. Ardından liseyi bitirince 1928 yılına kadar TBMM’de çeşitli görevlerde bulunmuş. Kitapta o günlerden anılarını o zamanki gözüyle, yani bir yetişkin olarak değil bir lise öğrencisinin değerlendirmeleriyle kaleme alması, sanki o günlerde yazdığı günlüğünü bizimle paylaşıyor olması hoş bir ayrıntı. Meclisin en hararetli günlerinden, tek tek insan portreleri de çok ilginç.
Bu kitaptan ne öğrendim; Milli Mücadele’de büyük bir birlik ve beraberlik, dayanışma olduğu izlenimi vardı bende. Bir çok örnekte bunun hiç de böyle olmadığını gördüm. Anadolu’da yol kesen eşkiyalar, asker kaçakları, Milli Mücadele’den heyecan duymayan bölgeler, mecliste kendi çıkarını kollayan milletvekilleri, egosunu tatmin eden insanlar vs daha niceleri… Yani bugünün benzeri bir durum. Düşmana ve imkansızlıklara rağmen böyle olayların ve insanların varlığına karşın yeniden kurulan ve kalkınan bir ülke. Yani herkes tek vücut olmuş da zorlukların üstesinden gelinmiş değil, yine bölünmüş bir ulus ama güçlü bir lider ve mücadeleye baş koymuş bir ekibi var.
İşte bugüne dair beni zorlayan konu bu. Babam yeni bir Atatürk’ün gelmeyeceğine olan inancı ile karamsarlık içinde yaşamını tamamladı. Ben bu kabullenmeye hep karşı durdum. Bugün giderek liderin önemini daha çok duyumsuyorum. Evet Atatürk gibi bir lider gelmeyecek, yani bunu beklemek yersiz. Ama işinin ehli insanlar olarak farklı alanlarda liderliği üstlenmeli ve bu sorumlulukla çalışmalıyız. İşbirliğini ve dayanışmayı ihmal etmeden.
İstiklal mahkemelerinin hikayesi de, meclisin ilk birleşimlerinden birinde saraya hitaben yazılan, padişahı ve Osmanlı’yı överek yüreklendirmeye çalışıp milli mücadeleye desteklemeye çağıran mektubun hikayesi de çok ilginçti. Merak ederseniz onu da bir ara anlatırım.