Merhaba Ben Mete Yurtsever, DYF podcastinin ev sahibiyim. Geçtiğimiz hafta Helene Banner’ı ağırlamıştım. Kendisi eski bir siyasi iletişimci ve şu anda girişimci
Eğitimini İngiltere’de London School of Economics, Fransa’da Science po Lile ve Almanya’da Münster Üniversitesinde tamamlamış, evet bu üç dili de çok iyi seviyede konuşuyor.
Avrupa Birliği’nin kurumlarında on yıl boyunca çeşitli iletişim görevlerinde bulunmuş. Son olarak 2019’da görevini tamamlayan Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Claude Junker’in konuşmalarını yazıyormuş, Ardından Avrupa Komisyonunun ilk kadın başkanı Ursula von der Leyen’in geçiş ekibinde yer almış.
İki yıl önce ise, kadınlara potansiyellerinin tümünü kullanabilmeleri amacıyla kendilerine karşı dürüst olmaları ve kendi yollarını çizmeleri için ilham vermek üzere kendi mentorluk işini kurmuş. Aynı zamanda Brugge’deki Avrupa Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak çalışıyor.
Burada Helene’in hayat hikayesinden bir parantez açmak istiyorum, bunu söyleşide konuşmadık ama onun hakkında araştırma yaparken öğrendim. Helene Doğu Almanya’da doğuyor ve duvar yıkıldığında ailesi ona kendileri gençliklerinde gezemedikleri için özgürlüğün tadını çıkarmasına ve seyahat etmesine teşvik ediyorlar. Bir anlamda ebeveynlerinin düşünü gerçekleştiriyor ve onun hayata bakış açısını yönlendiriyor. Avrupa projesi onun için özgürlük anlamını taşıyor.
Öğrenciyken Fransa’da üniversitede Fransız öğrencilerle Fransız Alman savaşlarını konuşuyorlar ve nasıl olup da 100 yıl içerisinde düşman olmaktan bir işbirliğine gidildiğini ciddi olarak merak etmeye başlıyor.
Helene bu motivasyonla Avrupa Birliği’nde işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenmek için Avrupa Birliği’nde çalışmaya başlamış. Ve hep iletişimle ilgili alanlarda çalışmış, basınla ilişkiler, iletişim danışmanlığı ve komisyon başkanının konuşma yazarlığı gibi. Yani hayat onu Avrupa Birliği’ni anlamaktan başkalarına Avrupa Birliği’nin nasıl çalıştığını anlatma noktasına ve bunun savunuculuğunu yapmaya taşımış.
17 Temmuz 2019’da Ursula Von der Leyen’in başkanlığa seçildiği gün benim misyonum tamamlandı diye düşünmüş. İşlerin nasıl yürüdüğünü gördüm, destek olduğum başkan adayı kazandı ve Avrupa komisyonun ilk kadın başkanı oldu.
Ben bundan sonra kadınların hayatta daha yukarılara çıkmalarına destek olmalıyım diye düşündüm diyor. Bütün kadınlar çevrelerinde fark yaratabilirler, bunun için kendim gibi olmalıyım ve mükemmeliyetçiliği bırakmalıyım diye düşünmüş.
Mükemmeliyetçi olmanın ne zararı var diye sordum. Sonuçta mükemmeliyetçi olmasan belki bu terfileri bu kadar çabuk alamayacaktın diyorum.
Doğrusunu söylemek gerekirse benim tabii hala mükemmeliyetçiim diyor, bir çoğumuz gibi. Ama öte yandan bunca üst pozisyonlarda gördüğüm bu hassasiyetimin beni engellediğinin farkına vardım diyor.
Çünkü kendini ispat etmek için çıtayı aşmaya değil daha da yükseğe zıplamaya çalışıyorsun. Gereğinden fazla yükseğe ki, beklentileri aştığından tamamen emin olmak için. Çünkü yaşça mevkidaşlarının kimi zaman yarı yaşında ve bir kadın olarak kendini ispatlamaya daha fazla ihtiyaç duyuyorsun. Ancak bunu “burnout” tükenme yaşayarak anladım ama bu da benim için bir kurtarıcı oldu ve o zaman dedim ki kendim gibi olursam, bu çok mühim iş ortamlarında dahi, giyimimle, konuşmamla na-tamam, na-mükemmel olursam kimse bana dokunamaz. Sanıyorum kendime olan güvenimi kazanmamı sağlayan anahtar bu farkındalık oldu. Bu yazılı olmayan başarı kurallarının olduğu bu üst düzey ilişkilerde kendim olursam, bazen na-mükemmel, bazen duygusal kadınlık potansiyelimi tamamıyla açığa çıkarabilirim. Çünkü buralar genellikle maskülen ortamlar, sadece erkeklerini baskın olduğu değil, kadınların da erkeksi davrandıkları ortamlar. Kimseyi suçlamıyorum ama böyle oluyor, farklılıklara daha az tahammülün olduğu, farklı cinsiyetlere, yaşa ve görünüşe. İşte bütün bu tavırlara karşın kendim olmak bana kendime güvenmemi sağladı.
Mükemmel olmak zorunda değilsin telkini bile insanın omzundan yük kalkmasını sağlıyor dedi. Ben de ona tasarım odaklı düşünme atölyesinde bazen gruplara zor karmaşık bir görev verip bunun için on dakikanız var dediğimizde insanların önce isyan ettiklerini, bizim yapabildiğiniz kadarıyla dediğimizde ise, eh nasıl olsa 10 dakikada yapılabilecek bir şey değil o zaman yapabileceğimizin en iyisini yapalım, işe koyulalım dediklerini söyledim.
Evet ben de kendim olduğumda kendimi daha yaratıcı ve üretken buluyorum hatta karşımdakilere de öyle davranmalarına fırsat verdiğimde beraberce potansiyelimizi açığa çıkartabileceğimiz, yüreğimize daha yakın işler çıkarabileceğimiz bir ortam yaratabildiğimizin farkına vardım diyor. Ve senin de bunun üzerinde çalıştığını biliyorum, ekiplerin çalışma kültürüne baktığımızda herkes bir rol kisvesine bürünüyor, kendini kasıyor ama herkes kendi gibi olabilse, istediklerini açıkça dile getirebilse çok daha üretken olabilir ve değer yaratan işler çıkarabiliriz diyor.
Ben de kendi deneyimimden başarılı kadın liderlerin maskülen karakter sergiledikleri için takdir gördüklerini, iki zorluğu başardıkları için hem kadın taraflarını kenara bırakıp bir erkek gibi davranabildikleri için diyorum. Bu erkeksi davranışlardan neyi kast ettiğimi soruyor, biraz çanak tutarak, yani sert olmak, strese karşı dayanıklı olmak, tabii bunlar benim kişisel değil, genel algı olarak düşündüğüm şeyler diyorum ve tabii ben de bu klişelerden nasibimi aldığımı itiraf ediyorum. Hepimizde bu kalıplar var diyor. Ben de 30 yaşında bir üzerimde bir kurumun temsiliyetini taşırken ben de öyle davranıyordum diyor. Daha rekabetçi ve sert olmaya çalıştığımı, kendimi zorladığımı şimdi görüyorum diyor hatta “kadını güçlendirme” eğitimlerine katılıyordum. Nasıl daha teflon tipi olabileceğimizi, daha kendinden emin görünebileceğimizi bize anlatıyorlardı. İş ortamında erkek dünyasının değerlerinin kabul gördüğünü biliyordum. Risk almanın, rekabetçi olmanın, sesini yükseltmenin, empatik olmaya, işbirkiçi olmaya, kazan-kazanı aramaya nazaran daha fazla kredi topladığını görüyordum. Öte yandan güçlükleri yenme yeteneği, problem çözme yeteneği gibi alanlara kadınların genelde daha yatkın olduklarını görüyordum. Acaba bütün bunlar arasında bir denge bulunamaz mı, çünkü hepsi de değerli liderlik özellikleri olduğunu düşünüyordum. Ve bir masa etrafında bu şekilde temsil edilebildiğimizde sonuçlar çok daha iyi olabilir ve birbirimizden öğrenebiliriz diye düşünüyorum diyor. Ve bunu sadece bir kadın olarak değil, böyle düşünen erkekler olduğunu biliyorum, bu kadar alfa iş ortamından rahatsız oldukları ama buna karşı duramadıklarını söylüyorlarmış. Eğer daha otantik, duygusal, empatik olmak kabul görse sadece yönetim kurulunda değil çalışma gruplarında da çeşitlilikten hem erkek hem kadınlar fayda görürür, herkese alan açılır diye düşünüyorum diyor.
Ben de çalışma kültürünün çok yanlış bir yönde biçimlendiğini, ancak giderek empatinin öneminin anlaşıldığını düşündüğümü söyledim. Genelde şirketlerin sorunu anlamadan sürekli çözüm peşinde gittiklerini, orada da eski çalışan yöntemlere otomatik olarak başvurduklarından bahsettim. Hani elinizde bir çekiç varsa herşeyi çivi olarak görürsünüz, o hesap.
Aslında Avrupa Birliği toplantısına baktığınızda 50 yıl önce bakanların üst düzey görevlillerin erkek olduğunu kadınların ya not alan ya da çay/kahve servisi yapanlar olduğunu görürdünüz. Ben ise söyleyecek sözü olan ve kararları etkileyecek konumda olduğumu gördüm, aslında 50 yıldaki bu değişim çok önemli diyor ancak hala bir çok kurumda erkek egemen bir kültür olduğunu görüyoruz. Bunun değişmesi lazım diyor. Şunu da söylemek durumundayım bir kadın olmam veya genç olmam nedeniyle bazı erkekler benimle iletişim kuramadılar. Kadınları bu dünyaya itemeyiz. Açıklık, şeffaflık ve işbirliği çok çok önemli. O yüzden politikada kadın kotası lazım, çeşitlilik lazım sözlerini duyduğumda, kusura bakmayın ama bu yeterli değil diyorum. Yani bu sorumluluğu kadına yüklemek yerine, çalışacakları ortamı onlara daha çekici hale getirmeye ihtiyaç var diyor. Aileyi dışlayan 7/24 çalışma beklentisi, mesai sonrası barda devam eden “iş” toplantıları, yazılı olmayan bir çok iş hayatı kuralı değişmeli. Yönetim Kurulu’nda %30 kadın olduğunda bunu başarı sayıyoruz ama değil.
Peki diyorum bir checklist önerin var mı, ne yapmalı şirketler?
Ben de öğreniyorum ve araştırıyorum ama diyor örneğin iş ilanlarında şöyle bir ibare eklemek iyi olur, aranan bütün özelliklerin sizde bulunduğunu düşünmüyorsanız da başvurmaktan geri kalmayın. Zira işveren en ideal aday için maddeleri koyuyor ama bu çoğunlukla mümkün değil, bütün özellikleri taşıması olası değil çoğu zaman bunu biliyoruz. Öte yandan şöyle enteresan bir bulgu var, kadınlar sadece aranan özelliklerin tamamını karşıladıklarını düşünüyorlarsa başvuruyorlarmış, erkekler ise %60’ı başvurmak için yeterli görüyormuş.
Bir diğer fikir ise iş başvurusunda part time çalışmak isteyenleri de geri çevirmemek. Zira full time çalışmak isteyenler hep önceliklendiriliyorlar ama evde bakmakla yükümlü olduğunuz kişiler varsa ve onlar için bir çözümünüz yoksa bu sizi bir aday olmaktan alıkoyuyor. Şirketler bunu bir şart olarak koşmaktan vazgeçebilirler. Tabii başka önerisi olanlar varsa onları da dinlemek istediğini açıklıkla paylaşıyor Helene.
Peki olduğu gibi görünmek konusunda erkekler ve kadınlar arasında bir fark görüp görmediğini soruyorum. Tabii erkeklere de toplumun ve iş çevresinin bazı davranış kalıplarını dayattığını söylüyor. Likeability success dilemma.
Kadınlar kararlı sert lider davranışı gösterdiğinde cadaloz, otoriter gibi sıfatlar yakıştırılıyor ama erkekler bu özellikleriyle takdir görüyorlar. Bu beklentileri karşılamak her iki cins için de zor, cesaret istiyor. Kadınlara kendi atölyelerimde hep şunu söylüyorum, kimse önünüze kırmızı halı sermeyecek, kendi halınızı kendiniz açıp, üstünde parlamalısınız. Gücünüzü, güveninizi otantik olmaktan, kendiniz gibi olmaktan almalısınız. Tabii bir organizasyonun liderinin rolü büyük, onun alan açması gerekiyor. Aslında duygusal olmak, kırılgan olmak, insan olmanın gerekleri bir yandan da, sonuçta bağ kurmak istiyoruz bunu da en kolay kendimiz gibi olarak yapabiliriz. Hele böyle içinden geçtiğimiz zamanlarda, hem ekonomik olarak hem toplum olarak buna ihtiyacımız var diyor.
Peki iş hayatında erkekler lider olmak zorunda değil, iş arkadaşlarına nasıl yardımcı olabilirler diye soruyorum, kendisinin manbassador ifadesi var. Manbassador kadınlar için harekete geçen, onlara mentorluk yapan erkekler var, çünkü kadınların gerçekten ışık saçtığını düşünüyorlar, benim de çevremde böyle erkekler vardı bana “sen bunu yapabilirsin Helene” diye yüreklendiren ve bu görevlere beni getiren, “sana güveniyorum ve bunu bildiğin şekilde yap” denmesi çok önemli ve değerli. Sanıyorum dinlemek en önemlisi ve sormak neyi başarmak istiyorsun, hangi yönde gelişmek istiyorsun diye.
Liderlik konusunda ise hep şunu söylüyorum, aynı zamanda sert bir yönetici ve kibar bir lider olabilirsin. Çok düzenli disiplinli bir yönetici olabilirsin, süreçleri, başarı formülünü sıkı sıkıya uygulayabilirsin ama bunu yaparken alçakgönüllü, nazik olabilirsin. Çünkü bence başarı içseldir, dışsal olan araban, evin, kariyerin ama içsel başarı bir değr yarattığın zaman ve potansiyelini gerçekleştirdiğine inandığın zaman gerçekleşir. İlham veren, ekibine değerlerle ve amaçla yol gösteren bir lider olabilirsin ve kadınlar burada yeni bir model olabilir.
Helene’in değer yaratma formülünü bir girişimci olarak yanıtlıyor: verici bir modda olmak. Önce dinlemek ve ardından gönülden ve sevgiyle vermek. Bunu online yapmayı da seviyorum çünkü bunu bedava yapabiliyorsun ama şuna da inanıyorum verirsen alırsın da. Malesef geçmişte kaynak tüketilerek değer yaratılabilir gibi bir kabul vardı ancak bunun sürdürülebilir olmadığı anlaşıldı, bence empatiyle vermek ve almak değer yaratmanın yolu.
Son olarak insanların ona nasıl ulaşacaklarını soruyorum, ücretsiz eğitim programları var. Kendisi de bu aşamalardan geçtiği için nasıl na-mükemmel olunabileceğini anlattığı, nasıl suçluluk duygusundan kurtulacaklarını, hep kendi tercihlerini göz ardı edip herkese nazik olmak zorunda olmadıklarını anlattığı bir küçük eğitimi var. Bunların linklerini de bölüm notlarında bulabilirsiniz.