Geçtiğimiz hafta ODTÜ Ekonomi’nin eski öğretim üyelerinden ve Zet Piyasa Araştırma kurucularından Doç.Dr.Güntaç Özler’i kaybettik.
Güntaç Hoca ve araştırma sektörü ile tanışmama vesile olan 1987-1993 yılları arasında çıkardıkları Medya dergisiydi.
Güntaç Hoca 1993 yazında bana staj imkanı vermiş, ardından da “okulu bitirince gel” demişti. 1994 Mart’ında (krizden bir ay önce) okulu bitirmeye tek dersim varken başlamıştım çalışmaya.
12 Eylül sonrası baskılara tepki olarak akademiyi bırakmasının üstünden yıllar geçmesine rağmen hepimizin hocası olmaya devam etmişti, bilgeliği ve keskin zekasının ürünü espirileriyle bezediği konuşmalarını dinlemek büyük bir keyif ve ayrıcalıktı.
Medya dergisinin ilk sayısında “yola çıkarken” başlıklı yazısını sizlerle paylaşarak onu anmak istedim. Tekrar okurken, yazı uslubunun bile beni ne kadar etkilediğini farkettim. Bundan neredeyse 25-30 yıl önce bugünün aranan lider özelliklerini yansıtan, özüyle ve sözüyle bir ve bu kadar kendisiyle barışık bir yöneticiye sahip olmak ne büyük şansmış.
Işıklar içinde uyu hocam, “öğrencilerin” seni hiç unutmayacak.
YOLA ÇIKARKEN
Medya Dergisi için bir “başlarken” yazısı yazmam gerekiyormuş. Birlikte çalıştığımız arkadaşlar öyle söylediler. Ben de biliyordum, bir tanıtma yazısının gerekliliğini…
Yazıyı yazmak için kendime hayli süre tanıdım. Hatta, geçenlerde koca bir sabah boş kâğıdın önünde oturdum. Aslında, kafamda bir sürü söz uçuşuyordu. Ama, tek bir satır bile çiziktiremedim. O günden bu yana da epeyce bir zaman geçti; yok. Bir şey çıkmıyor. Aklıma bir kurnazlık geldi. Birlikte çalıştığımız arkadaşlardan birine söyleyivereyim, o yazsın dedim. Gidip söyledim de. Hatta çok demokratça olduğunu düşündüğüm bir tavırla, “Bu yazıyı yazmak niçin genel yayın yönetmenlerinin tekelinde olsun, çalışanlardan herhangi biri de yazabilir” falan dedim. Kimse yutmadı. “Yok, yok… Bu senin yapman gereken bir şey” dediler. Daha önce “Yazarım” dediğim şeyler, şimdi çok önemsiz görünüyor. Sıkıntım da buradan kaynaklanıyor. Sonunda aklıma şu soru takıldı: “Ben bu dergiden ne bekliyorum?” İşe buradan başlayabileceğimi düşündüm. Evet, ne bekliyordum ben bu dergiden?
Beğenilsin istiyorum elbette. Okunsun, içinde yer alan somut bir şey ya da öteki şey nedeniyle istensin, talep edilsin istiyorum. Bunlar geçti aklımdan… Sonra “Dur bakalım samimi değilsin” dedim. “Okunması, istenmesi seni çok ilgilendirmiyor. Sen para kazanmak istiyorsun. Onu da, bu dergiyle yapmayı deneyeceksin” dedim. Bu hiç kuşkusuz öyle. Ama o kadar da değil. Bu işten hem para, hem de “aferin” kazanmak istiyorum. Yani iki dünyanın en iyisini…
Biri hemen diyebilir ki, iyi yapınca para da kazanırsın. İnşallah öyledir. Ama bunun bir garantisi yok. Ayrıca tabii, kötü işler yapıp para kazanmak da mümkün. Ama, bu seçeneği yeğleyeceğimizi sanmıyorum.
Bu arada güvendiğimiz birkaç şey var: Bunlar avantaj olduğu gibi dezavantaj da olabilir. Şimdilik, biz onlara avantaj gözüyle bakıyoruz.
İlki, bizleri tanıyanların sayısı çok değil. Tersi de aynı derecede doğru, biz de reklam piyasasındaki insanları çok iyi tanımıyoruz. Basın için de aynı şeyler söylenebilir. Şimdi, tanışmanın iyisi ve sağlıklısı olacak. Bizi, yapılan işle tanıyacaksınız.
Ajansları ve basını, tanımamanın en önemli yararı da şu:
Hepsi bize aynı gözüküyor. Büyük ya da küçük, yerli ya da yabancı farksız. Hepsinin çalışmaları, haberleri bu dergide yer alacak. Hiç kuşku olmasın. Faaliyetleri daha yoğun olanların daha büyük yer tutması ise doğal. Ama Medya’da yer almak isteyenlerin tümüne kapılar açık.
İkinci sayı ile birlikte, ajanslar ve basınla ilişkilerimiz daha sistematik ve yazıya dayalı bir biçime dönüşecek. Sizlerden haber, yazı, yorum vb. soran mektuplarımız şimdiye kadar yerlerine ulaşmış olmalı. Bu sektörün tüm kuruluşlarına ulaşmaya çabaladık. Eksikler varsa lütfen hatırlatır mısınız?
İkinci bir avantaj daha var. Bu da piyasa ile ilişkilerimizi mükemmel kılacak diye düşünüyoruz: Biz küçük bir kuruluşuz ve reklam piyasasında müşteri aramıyoruz. Bu dergi de bir küçük kuruluşun, müşteri çekmek için kullandığı vitrin olmayacak. Var olduğunu sandığımız bir boşluğu doldurmaya çalışacağız. Sektörün gereksindiği bir haberleşme ve tartışma ortamını oluşturmayı düşünüyoruz.
Şimdi böyle bir ihtiyacın gerçekten var olup olmadığını anlama fırsatı olacak. Bir boşluk varsa, onu bizim dolduramamamız da olasılık dışı değil. Eğer böyle olursa ısrar etmeyeceğiz.
Medya’nın içeriğini, somut ihtiyaçlara dayandırmaya çalışıyoruz. Bazı şeyler yararlı, faydalı bulunduğu için talep edilmeli. Çok insan tanımadığımızdan, Medya’nın eş, dost hatırı için okunma olasılığı hemen hemen yok.
Bu sayıda bulduğunuz çeşitliliği (dağılımı) bütün sayılarda sunmaya çalışacağız. Zaman içinde çeşitliliği artırarak, daha büyük bir okuyucu kitlesine seslenmek de planlarımızın dışında değil. Basını, reklam sektörüne hizmet veren diğer iş kollarını daha yakından izlemeye niyetliyiz.
Bu sayıda bulacağınız hata ve eksikleri bize duyuracağınızı umuyoruz. Daha da ötede, çabamıza yazarak, çizerek, uyararak katkıda bulunmanızı istiyoruz, bekliyoruz. Niyetlerinizi bize aktarırsanız, birlikte planlayabiliriz katkılarınızı.
İlk sayı artık elinizde. Lafı uzatmanın bir gereği yok. Bir yabancı atasözünün dediği gibi “pastanın iyi olup olmadığı, pastayı yerken anlaşılacak.”
Saygılarımızla.
Güntaç Özler
(Ekim 1987)