En büyük sorunlarımızdan biri bireylerin kendilerini yeterince takdir edilmiş ya da edilesi bulmamaları. Bu tespit ve şu anekdot arkadaşım Talyaa Vardar,’ın Akış Oyunu adlı kitabından:
Kanada’da sanat terapisti olarak çalıştığı okuldan ayrılırken danışanlarıyla yaptığı kapanış seansında:
“…sıra Brian’a geldi. Ona “Ben okuldan ayrılıyorum, artık beni göremeyeceksin” dedim. Çok tatlı bir çocuktu, tek kaşını kaldırdı ve sordu, “Ülkene mi gidiyorsun?” “Hayır” dedim, “ülkeme gitmiyorum, burada kalacağım ama bu okulda çalışmayacağım artık. Büyüklerle çalışacağım”. Kum terapisi yaptığımız odada kum havuzunun yanında oturuyorduk. Kuma birşeyler çizerken eğdiği başını kaldırıp yüzüme baktı. Tek kaşı kalkmıştı yine. “Biliyor musun?” dedi, “Kendini omuzunda taşımalısın”. Şöyle bir durdum, o devam etti: “Dünyanın öbür ucundan buraya geldin, dünyanın en zor dilini konuşarak çocukları anladın. Bu çok zor birşey.” Öylece kalakalmıştım … Bu çocuk 11 yaşında, ben 34 yaşındaydım. Bana kendimi takdir etmeyi öğretiyordu. Kültür böyle yerleşiyor karaktere. O çocuk, sezgileriyle bendeki çelişkileri, onları bıraktığım için yaşadığım vicdan azabını, kendime yönelik sorgulamayı görmüştü. Görmekle kalmamış bana bir hediye vermeye karar vermişti… O gün kim kime terapi yaptı bilmiyorum.”
Doğan Novus’un 2016’da yayınladığı “Akış Oyunu” adlı, “akış”ın beden, duygu, sezgi, zihin ve mana boyutunu irdelediği, kendi deneyimleri samimiyetle bir araya getirdiği bu canayakın kitabı herkese tavsiye ederim.