AB: Herkese merhaba, ben Aykut Balcı. Teknoloji, iş dünyası ve dijitalde trendleri konuştuğumuz dünya trendleri podcast serisinin yeni bölümüne hepiniz hoşgeldiniz. Dünya trendleri podcastin 20. Bölümüne bir kez daha hepiniz hoşgeldiniz. Ben Aykut Balcı ve Bu bölümde 19. Bölümün devamı niteliğinde olan değer yaratmanın formülü, tasarım odaklı düşünmenin 2. Kısmı ile devam ediyoruz. İkinci kısıma geçmeden önce isterseniz ilk kısımda neler yaptık şöyle bir gözden geçirelim, hatırlayalım. Dinlememiş olanlar için de bir özet geçmiş olalım. Bu arada bu kaydı dinledik ve dinledikten sonra da bir şey farkettik; içinde bulunduğumuz Corona dönemi nedeniyle malum hepimiz evdeyiz ve evde olduğumuz için de çocuklar da evde herkes evde, stüdyonun kapısını her ne kadar kapatıyor olsak da, ortam stüdyo ortamı, bir ev ortamı olduğu için hatta zaman zaman çocuk sesleri duyabilirsiniz, yani çok fazla rahatsız etmediği için kaydı tekrar almadık, tekrar yenilemedik, ama şimdiden herhangi bir problem olursa sizin için affola diyorum. Ama bölümü de kesmedik, olduğu gibi yayınladık. Peki 2. Kısma geçmeden önce ilk kısımda neler yaptık hemen kısaca hatırlayalım; Organizasyon kültürü için değer yaratmak nasıl olur bundan bahsetti Mete Yurtsever bizlere ve sonrasında tasarım odaklı düşünmeye girdik, tasarım odaklı düşünmenin tanımını yaptık. Tasarım odaklı düşünme ne işe yarar bundan bahsettik ve tabii örneklerimiz oldu, örnekler vere vere gittik. Tasarım odaklı düşünmenin aşamalarına geçmiştik. 1. Aşamadan bize bahsetti ayrıntılı bir şekilde Mete, ve hatta bu kısımda 1. Aşamanın biraz devamından da bahsedecek ve sonrasında 2. Aşamayla devam edeceğiz. Bu kısımda da gerçekten çok şey öğreneceğinizi tahmin ediyorum, en azından ben çok şey öğrendim. Kaldığımız yerden dünya trendleri podcast 20. Bölümüyle devam ediyor. Değer yaratmanın formülü ve tasarım odaklı düşünmenin ikinci kısmına başlıyoruz.
O zaman aşamalara devam ediyoruz sanırım ve 2. Aşamaya da girdik gibime geliyor.
MY: Evet öncelikle bunu şunun için arattım yani empati kısmında da mümkün olduğu kadar kategorinin dışında da insanların hayatının nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz ki insanlar çünkü dile gelip de söylemiyorlar bazen yani işin o kısmı çok önemli. Siz ne tasarlayacaksanız tasarlayın, bu bir diş fırçası olabilir, diş fırçası tasarlayacaksanız bile bunu diş fırçası olarak değil de ağız bakımı olarak yaklaşmanız lazım bu işe çünkü olay belki bir bütün, diş fırçasının tek başına karşılayamadığı ihtiyaçlar var. Ağız bakımını tekrar yeniden tanımlamak olarak olarak bakmanız lazım. Diş fırçası olarak bakmamanız lazım çünkü bunlar birbirini bütünleyen bir süreç.
AB: Diş fırçası ile ilgili bir örnek vereyim, bu da gerçekten tasarım odaklı düşünme sisteminin ortaya çıkardığı bir şey. Braun’un nesnelerin interneti kavramını birleştirdiği bir elektrikli diş fırçası var. Buna müzik yükleyebiliyorsun, dişlerinizi fırçalarken aynı zamanda müzik dinleyebiliyorsunuz sanırım insanlar sıkılmasın diye yapılmış bir şey. Diğer yandan fırça sizin diş fırçalama aktivitelerinizi ve süreleri kayıt altına alıyor ve sizin performansınızı ölçüyormuş.
MY: Aynen. Hatta çocuklar için şeyler var, yine bir şekilde böyle bluetooth ile eşleştiriyorsun telefonunu, çocuk telefonda bir oyun oynarken diş fırçasıyla kontrol ediyor oradaki hareketlerini ve o oyunu öyle yapmışlar ki dişlerinin her kısmını iyi bir şekilde fırçalamasına imkan verecek şekilde çocuk oyunu oynarken dişlerini tam fırçalaması gerektiği gibi fırçalıyor. Bir şekilde çocuğa bunu…
AB: O harikaymış ya gerçekten.
MY: Evet evet, işte bunlar kesinlikle bir aşama bir aşama iterasyon ile sürekli iyileştirilen şeyler. Bir ihtiyaç karşılandıktan sonra yeni bir ihtiyaç ortaya çıkıyor. Önce onu karşılamanız lazım ki bir sonrakini yapabilesiniz. Dediğim gibi önce herkes kendi, önce misvak vardı belki misvaktan sonra diş fırçası çıktı, diş fırçasından sonra elektriklisi çıktı, elektriklisi çıktıktan sonra şimdi işte bluetoothlusu, iot’lisi bilmem neylisi oluyor. Yani bunu anlamak önemli, şöyle söyleyelim bir de; teknoloji bir kolaylaştırıcı ama teknoloji var diye bu işe yarayacak anlamına gelmiyor. Şöyle güzel bir örnek var, yine Google’ın bir örneği; Google glass vardı malum mesela bir tarafında kamera olan bir gözlük.
AB: Hmm Google glass
MY: Google glass. Şimdi o mesela empatiye sektörde çok iyi bir örnek olarak verilebilir. Bu yapıldığı zaman, yapanlar ne diyor, Google diyor ki; süper bir fikir ne kadar cool bir şey, bir kamera olacak, bir yandan da gözünün önünde bir ekran olacak, birtakım bilgileri oradan alacaksın ve sesli komut vereceksin, Google bana şunu göster diye. Fakat buradaki eksik kısım empati kısmı. İnsanlar sokağa çıktığı zaman böyle bir gözlükle insanlara bakarken, insanlar bunun farkına vardığı zaman; ne yapıyor beni mi çekiyor şimdi üstümü başımı mı çekiyor gibi, veya herkesin içinde konuşmak da sosyal anlamda garip bir şey Google şunu yap bunu yap diye, insanların garipseyeceği bir şey bu. Bu sebepten Google glass zaten başarısız oluyor ve piyasadan çekilmek durumunda kalıyor. Bunu hesaba katmadıkları için yani, böyle bir teknoloji var, bunu yapabilir miyiz? Yapabiliriz. Hadi yapalım. Çok cool bir şey, ama kardeşim bu kullanılır mı, toplumda yer bulur mu kendisine, hangi ihtiyacı karşılıyor bu? En önemli soru. Buna cevap verilmediği için, sırf yapabildiği için yaptığı için bu işi Google bu ürünü çekmek zorunda kalıyor. Ama şu an tekrar bunu pazara sundular, bu sefer profesyonel amaçlar için. Örneğin bir doktorun kullanması için örneğin bir mühendisin kullanması için. Çok anlamlı işini yaparken. Anlamını buldukları zaman, ürünü de ona göre modifiye ettikleri zaman büyük bir başarı gelecek kesinlikle. Ama bu toplum için veya o dönemde belki uygun bir şey değildi. Empatiyi atladığı için çuvallayan bir ürün olarak gösterilebilir bu.
AB: Yani fikri güzel bir şekilde üretmişler ama empatiyi yapmayıp tanımlamayı da yanlış yapmışlar anladığım kadarıyla.
MY: Aynen, hedeflemeyi de yanlış yapmışlar. Tanımlama kısmı da şöyle dediğin gibi, orada genelde şirketlerdeki en büyük sorunlardan bir tanesi de bir sorun belirlemek ve sorunu da doğru tanımlamak ve onun üzerinde konsensüs sağlamak. Yani genelde şöyle oluyor, biz danışmanlık sürecinde de firmayla görüştüğümüz zaman; genel müdürün bir fikri var, pazarlamanın ayrı bir fikri var, satışın ayrı bir fikri var. Diyor ki şundan dolayı olmuyor, halbuki oturup onu insanlar çok gariptir ve şaşırılacak bir durumdur ama insanlar konsensüs sağlamıyor herkesin kendi bir bakış açısı var. Halbuki siz olayı doğru tanımlarsanız; yani bunun için de güzel bir anekdot var aslında anlatayım onu da istersen
AB: Olur tabii.
MY: Stanford Design School’un bir örneği; diyor ki üç çocuk annesi bir kadın, havaalanına geç kaldığını düşünerek geliyor ve anlıyor ki uçak rötar yapmış ve bir saat daha orada durulması gerekiyor bekleme salonunda. Fakat çocuklar çok yaramaz ve insanların zaten canı sıkkın uçak geç kaldığı için ve kadının sıkıntısı şu; şimdi ne yaparım da bu çocukları bir şekilde eğleyebilirim insanlara rahatsızlık vermeden, kadının sıkıntısı bu. Ve bunu şöyle tanımlamak mümkün yani bu persona bazında havayolu deneyimini yeniden nasıl tasarlayabiliriz? Böyle bir ihtiyaç gibi. Buradan hareket ederek bu bakış açısıyla sorunu çözmeye kalkıyorsunuz. Burada da çeşitli sorular soruyorsunuz, örneğin, ne yaparız da sorusu; “how might we” diye bir kalıp vardır. Bu güzel bir kalıp çünkü insanlar şöyle bakıyor; ne yapabiliriz konusu bir kere birçok seçenek olduğunu size anlatıyor. Yapabiliriz kısmındaki bu işin sizin için pozitif bir fırsat ortaya koyuyor. Bunu yapabiliriz biz buna muktediriz anlamında bir şeye getiriyor. İşin arka planında böyle hisler de var. Ve bununla diyorsunuz ki örneğin ne yaparız da çocukların enerjisini diğer yolcuları eğlendirmek için kullanırız, dediğiniz anda sizin aklınıza fikirler gelmeye başlıyor. Öyle bir şey yaparız ki çocuklar oradan düşer yuvarlanır diğer insanlar da buna gülerler eğlenceli bir şey olur orada mesela küçük bir park yaparız da vs veya ne bileyim, nasıl yaparız da diğer yolcuları işin içine katabiliriz, çocukların eğlenmesini sağlayabiliriz. Veya nasıl yaparız da çocuklarla diğer insanları birbirinden ayırabiliriz falan gibi farklı bakış açılarıyla sorunu farklı şekillerde çerçeveleyerek çözüm aramaya kalkıyorsunuz. Dolayısıyla tanımlama kısmı da sorunun ne olduğunu, ona nasıl bir bakış açısıyla yaklaşacağınız konusunda çok önemli aşamalardan bir tanesi oluyor.
AB: Sonrasında prototip aşamasına geçiyoruz,
MY: Fikir üretme var
AB: Evet fikir üretme kısmı
MY: Fikir üretme aşamasında da dediğim gibi bir şekilde yine açılıyorsunuz orada yani sorunu tanımladınız, sorunu tanımladıktan sonra bütün olasılıkları açıyorsunuz, olabilecek en saçma fikirlere varıncaya kadar uygulanan birtakım araçlar var. Burada mesela group think denilen bir şey vardır hani bu beyin fırtınalarında falan filan da herkes şey yapar, beyin fırtınası lafı da artık çok şeyini yitirdi, ama oradaki temel sorun şu; herkes eğer açık bir şekilde kendi fikrini ortaya koyarsa, diğerlerinin ondan etkilenme şansı var veya orada belki yüksek rütbeli bir şey varsa, HİPPO dedikleri şey var, highest paid person’s opinion diye, en çok maaş alan insanların fikri her zaman domine eder oradaki şeyi. Dolayısıyla bunu engellemek için mesela kişisel olarak fikirlerin ortaya konması sonra bunun bir şekilde beraber organize edilmesi, gruplanması, beraber zenginleştirilmesi ve sonra oylanarak ilerlenmesi gibi yöntemler uygulanıyor. Burada herkes oturduğu yerden bir fikir atıp ortaya, diğerleri; o olmaz bu olmaz değil, olabilecek her türlü fikir, saçma bile olsa ortaya konuyor, daha sonra bunlar bir şekilde zenginleştiriliyor, olmuyorsa kenara bırakılıyor, veya bazı iyi fikirler var ama o gün için belki erken olabilecek fikirler, bir kenara ayrılıyor çekmeceye konuyor ve geri kalanlarla devam ediliyor gibi bir akış var. Burada da yine fikir ürettiniz ve şimdi bunu prototiplemeniz lazım. Nedir prototip?
AB: Prototipe geçmeden önce bir şey anlatmak istiyorum. Şimdi bu tarz durumlarla ben de çok karşılaşmıştım. Yöneticime bir fikir önerdiğim zaman, aa kesinlikle olmaz, hayır gibisinden bir karşılık alırdım. Ama daha sonra onun fikriymiş gibi karşıma çıkardı. Böyle şeyler de olabiliyordu. Veya işte daha büyük bir yöneticime söylediğimde işte böyle böyle bir şey yapalım diye bir öneri getirdiğimde, onu o başkasına söyleyip başkasına yaptırtır. Ya ben bunu size söylemiştim falan gibisinden, ‘yok onun projesiydi o zaten bana söyledi gibisinden söylerdi. Böyle şeylerle çok karşılaştım ben mesela.
MY: Aynen, şirketlerde bu insanları çok demotive eden bir şey sonuçta.
AB: Evet ondan sonra da zaten ben bir daha yok dedim, ben neden size fikir üreteyim size
MY: Aynen, Böyle bir ortamda, bahsettiğim gibi daha anonim çalışılan bir ortamda fikrin mülkiyetinin kime ait olduğu da ortadan kalkıyor. Bu şekilde fikrini herkes ortaya koyduğu zaman fikirler karışıyor, herkes birbirinin fikrinin üzerine bir şey koyuyor, ekliyor, dolayısıyla şey de yapamıyorsun yani; aa bu benim fikrimdi senin fikrindi de şekil değiştirip biraz daha zenginleşebiliyor veya başka bir yöne de gidebiliyor. Ama bu şunu da sağlıyor, herkes birbirine katkıda bulunduğu için fikir daha kolektif bir hal alıyor. Artık en iyi fikri aramıyoruz, yani design thinking’de hep şu söylenir; en iyi fikri aramıyoruz biz kolektif fikri arıyoruz. İnsanların katkıda bulunabildikleri ve sahiplenebildikleri bir yere gitmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla dediğin şeye kesinlikle çok hizmet eden bir iş.
AB: Yani bilmiyorum iş yaşamı içerisinde tabii ben medya için konuşuyorum. Medya biraz daha kısıtlı olduğu için insanlar birbirleriyle rekabet etmeyi çok fazla sevmiyorlar açıkçası ve diyelim ki siz iyi niyetle fikirlerinizi yöneticinize söylediğinizde şöyle düşünüyor; ‘ya bu niye bu kadar fikir getiriyor, acaba benim yerimde gözü olabilir mi?’ gibisinden kaygılar da duyabiliyor. Eminim ki farklı sektörlerde de vardır bu,
MY: Kesinlikle
AB: Ama biraz daha profesyonel daha kurumsal şirketlerde böyle şeylerin olacağını çok düşünmüyorum, mutlaka Türk yapısında böyle şeylerle karşılaşıyoruz.
MY: İnan Türk yapısında da dışardaki şeylerde de, bir şey vardır literatürde; ‘not invented here’ diye. Şirketler dışardan gelen fikirlere kendilerini kapatırlar çünkü bir şekilde sahiplenmekte güçlük yaşarlar. Bununla baş eden şirketler de gururla ortaya çıkar, bu fikir dışardan gelmesine rağmen biz bu işi sahiplendik ve yaptık gibi. Adhokraside şirketler de bunu çok esnek yapıda hızlı çalıştıkları için dıştan gelecek fikirlere de çok açık oluyorlar, open innovationlar falan bu ortamlarda mümkün hale gelir. Siz sadece kendi kaynaklarınıza takılı kalırsanız ilerlemek kolay değil, yani iyi bir sorunun nasıl çözüleceği sadece sizin kaynaklarınızla sınırlı olmamalı. Üniversitelerden destek alabilirsiniz, başka yatırımcılardan, başka girişimcilerden destek alabilirsiniz. İşin bir şekilde böyle ilerlemesi lazım, bu da dediğimiz gibi aşmış oluyor o silo? Yapısını, şirketlerde şu da oluyor, pazarlama bir ürün geliştireceği zaman bunu kapatıyor, kendisi yapmaya çalışıyor çünkü satışa sorsa diyecek ki onu baltalayacak diye düşünür. Üretim üretmek istemeyecek diye düşünür. Ama sen işin yani sürece taş koyacak veya çomak sokacak herkesi işinde getirdiği zaman böyle bir risk de ortadan kalkıyor, herkes bir şekilde iş sürecinin parçası olduğu için onu sahipleniyor ve yapacağı katkıyı da orada yapıyor. Dolayısıyla o anlamda şirketin önünü açan çalışanları da motive eden bir sistem.
AB: Yani tasarım odaklı düşünmeyi strateji olarak benimseyen şirketler ne tür avantajlar elde ediyorlar? Eğer tasarım odaklı düşünme aşamalarını bitirdiysek biraz ondan bahsetmek isteyeceğim.
MY: Çok kısa şeyi de söyleyeyim; prototipleme kısmında da fikrinizi bir şekilde çalışıp çalışmayacağını, çok fikrinize aşık olmamanız lazım, o fikri önce test edecek bir hale getirmeniz lazım ve hemen süreç daha içindeyken seçtiğiniz 4-5 kullanıcıyla en azından her aşamasını bunun test etmeniz gerekiyor. Siz bir fikir ortaya koydunuz bunu küçük bir hiç değilse satış ilanı bile olur, bu hale getirip müşterinin geri bildirimini aldıktan sonra varsa düzeltmeniz gereken şey, bunları düzelterek tekrar tekrar test işine devam etmeniz gerekiyor. Olmazsa olmaz kısmından bir tanesi bu prototipleme tasarım odaklı düşünmede, ki siz kendi varsayımınıza yenik düşmeyin, çok iyi dediğiniz bir şey tüketici tarafından öyle görülmeyebilir. Strateji olarak benimseyen şirketler ne tür avantaj elde ediyor? Dediğim gibi 1- çalışanlar daha motive oluyor, doğru sorun üzerinde çalışma imkanı buluyor. Şirketin ürünün ambalajına takılıyor diyelim genel müdür, diyor ki bu ambalajı değiştirmemiz lazım, ama bakıyorsunuz ki aslında ambalajda hiçbir sıkıntı yok ama tüketici için başka bir girdide sorunu var. Ama bunu ancak tüketici ile konuşarak anlayabiliyorsunuz. Veya bilinen çözümlerin dışına çıkmak, ıraksak düşünceyi birtakım provokasyonlarla şirkete çalışanlara proje ekibine bunu yaptırabiliyorsunuz. Ezberlerin dışına çıkmak. Çok yanlış kullanılan bir şey var best practise’de, bir iş biryerde başarılı olmuş gelin biz de bunu burda yapalım. Konu o değil ki, o hangi yapıda, hangi pazar seviyesinde hangi marka için başarı sağladı. Bu bizim ülkemizde, bizim pazar yapımızda çalışacak diye bir şey yok. Dolayısıyla o kolaycılığı ortadan kaldırıyor bir anlamda. Hep bu iterasyonlarla bir çözüm getirildiği için de büyük kayıpların hataların önüne geçmiş oluyorsunuz. Yeni bir ürün üretmek için bir tesise bakiye yatırımı yapıyorsunuz ve bakıyorsunuz ki aslında tüketici bir sonraki testlerde bunu beğenmiyor. Aman bunu yapmak yerine bu ürünü daha basit bir şekilde üretip veya başka bir yerde üretip veya numune şeklinde bunu yapıp emin olduktan devam etmeniz gerekiyor. Böyle bir imkan da sağlıyor. Ve en sonunda tabii artan müşteri memnuniyeti, müşteriyi çok daha tatmin etmiş oluyorsunuz. Bu kadar şeyi bilerek, onlar da bu şeyi sürekli kalibre ederek daha başarılı ürünler lansmanlar yapmış oluyorsunuz.
AB: Milli arabayı üretirken o çok fazla ön plana çıkmıştı; prototipi niye İtalya’da yaptık gibisinden, o aklıma geldi şimdi.
MY: İşte o mühendisliğin ağırlıklı oldu bir iş aslında, oradaki en büyük sorun hep konuşulan şeyler tabii işin uzmanı değilim ben ama, pil meselesi, pilin maliyeti falan böyle bir şey var. Onu aşmak için o işi mühendislikle belki çözmek lazım ve tabii onun yatırımını yapmak için birtakım dış kaynaklar alınabilir. Mevcut bir firma satın alınabilir. Bunlar o işin milli olmasına engel değil o işin nasıl yürütüldüğü, kim yürüttüğü ve kimin önderliğinde o işin yürütüldüğü ve dolayısıyla onda bir sıkıntı yok bence de ama dediğiniz gibi bir işi yatırımını yapmadan yani sizin bu batış maliyetiniz, sizi batıracak kadar olmadığı sürece sorun yok. Hep bunu yaparak iyileştirmelerle gitmek lazım
AB: Peki bu korona virüsü nedeniyle tabii yaklaşık 60-70 gün boyunca herkes evden çalışıyor, evden çalışmaya başlayınca birtakım avantajlar ve dezavantajlar oldu. İşte çocuklar evde, onun dışında Linkedin’de bir sürü güzel paylaşımlara denk geldim. Sen de çok aktif bir şekilde Linkedin’i kullanıyorsun. Kişisel hayatımızda Tasarım odaklı düşünmenin nasıl bir yeri olabilir? Bu konuda herhangi bir bilgin var mı acaba?
MY: Tabii şöyle aslında bu konuda çeşitli ‘hayatını nasıl tasarlarsın ‘hayatını tasarla gibi şeyler var ben de böyle bir konuk peşindeyim onun da teaser’ını vermiş olayım. Tabii ki temel aşamalarda, temel öğelerden baktığın zaman; empati çok önemli. Kişisel hayatta da çok önemlidir karşıdaki ile empati kurabilmek önemli bir beceri. Anlamak için dinlemek bence çok insanı geliştiren bir konu. Sorgulamak, çok yönlü yaklaşmak elindeki meseleye, ve insan için çok gerekli bir şey. Enteresan ama mesela yazarak düşünmek, hep görürsün işte post-itler kağıtlara yazılmış şeyler… Ev dediğim zaman mesela sana ikimizin çizdiği evler birbirinden farklı olacaktır. Onu çizerek ben böyle bir evden bahsediyorum demek çok daha önemli olur. Bunun insanın düşüncesini ve yaratıcılığını da tetikleyen bir etki oluşturduğu zaten bilimsel olarak da kanıtlanmış bir şey. Yazarak düşünmek de çok önemli, sizin fikirlerinizi çok daha toparlamanıza imkan veriyor. Design thinking içinde de ortak düşünmeyi daha mümkün hale getirebiliyor. Sanki ortak bir bulutta çalışıyormuşsunuz gibi bu tarz çağrışımları var.
AB: Bu yazmaktan çizmekten bahsettin aklıma şey geldi, şimdi tasarım odaklı düşünme ile alakalı biraz araştırma yaparken videolar izledim podcastler takip ettim birkaç kaynak okudum. Temple Grandin’in bir filminden bahsettiler bir podcastte. Ve bilmiyorum o filmi izledin mi, 2 yaşında otizm teşhisi konuluyor kendisine, otizmli bir bilim kadını gerçek bir hikaye bu arada , tamamen görsel hafızası çok çok iyi, 4 yaşında kadar konuşamıyor daha sonra ailesi inat ediyor bir şekilde konuşmayı öğreniyor, üniversiteye gidiyor bilim kadını oluyor. Ve üniversiteye gitmesinde en büyük etkisi de fen bilgisini çok sevmesi. Sonrasında teyzesinin çiftliğine gidiyor. Burada görsel hafızası çok iyi olduğu için hayvanları gözlemliyor, inekler nasıl yıkanıyorlar, ahıra nasıl konuluyorlar veya çiftlikte nasıl toparlanıyorlar bunları çok iyi gözlemliyor. Kendisini onların yerine koyuyor empati yapıyor. Hatta inek gibi onların yanına yatıyor onlar gibi yürüyor. Ve inekler sayesinde henüz 18 yaşındayken otizmli çocukların sakinleşmesini sağlayan sarılma makinasını tasarlıyor. Bu da ineklerin sayesinde oluyor çünkü inekleri kafes gibi bir şeyin arasına sıkıştırdıkları zaman sakinleşiyorlar onlara iğne gibi bir şey yapıyorlar. Bunu buradan keşfediyor. Daha sonra da yüksek seslerden rahatsız olduklarını, gürültülü ortamlarda çıkan sesleri tolere edemediklerinden yaşadıkları sıkıntının nasıl giderilebileceğini düşünürken hayvanların nasıl sakinleştirilebileceğini anımsayarak kendisiyle bağlantı kuruyor. Öyle güzel bir çiftlik yapıyor ki teyzesine, çok farklı bir tasarım yapıyor. Bahsettiğimiz şey 500 tane bin tane veya daha fazla hayvanın olduğu bir çiftlik yani. Bu örneği verdi o podcastteki kişi ve gerçekten oturdum filmi izledim, tasarım odaklı düşünmenin ne kadar önemli olduğunu gördüm. Ben tavsiye ediyorum izleyenler eminim ki tasarım odaklı düşünmenin ne kadar önemli bir şey olduğunu bu filmde görecekler, gerçek bir hikayeymiş bu arada.
MY: Harika, ben de izleyeceğim. Bu bana şeyi de çağrıştırdı; “biomimycry” denen bir şey var bu doğayı taklit ederek bir takım çözümler getirmek. Mesela o sarılma makinesi dediğin şey, bu da inovasyonu tetikleyen yöntemlerden bir tanesi. Bir kuşun gagasını taklit ederek Japonların yaptığı bir tren gibi. Bütün bunlarda, dediğim gibi doğada birçok şeyin çözümü var. Bu da tasarım odaklı düşünmede kullanılan provokasyon yöntemlerinden bir tanesi, doğayı taklit ederek nasıl düşünebiliriz.
AB: Zaten filmde de çok fazla doğa vurgusu yapılıyor. Tamam hayvanları yiyeceğiz, ama onlara en azından saygı gösterelim yani onları yıkarken düzgün yıkayalım ya da keserken düzgün keselim onları rahatlatalım. Yaptığı o çiftlik tasarımıyla hayvanlar kesime gideceklerini anlamadan rahat bir şekilde sakin bir şekilde gidiyorlar orada ölüyorlar, canları alınıyor. Ama diğer çiftliklerde, diğer tasarımlarda gerçekten üzülerek gidiyorlar, heyecanlanarak gidiyorlar. Böyle bir tasarımı düşünmesi, hayvanları kendi yerine koyup empati yapması, böyle bir şey tasarlaması gerçekten inanılmaz bir şey. Ve güzel bir şey yapmış. Bu tasarım odaklı düşünme ile ilgili eğer hani dinleyenler de tam bir şey anlamak istiyorlarsa bu filmi mutlaka izlesinler derim.
MY: Harika, kesinlikle.
AB: Peki bu organizasyon kültüründe değer yaratmaktan bahsettik biraz girişte ama organizasyon kültürünün değer yaratmak üzerindeki rolünden biraz daha girsek ve senin bir değer yaratma formülün var.
MY: Aynen, oraya bağlayalım istersen, çünkü ben de bunu bir şekilde kendim hikayeleştirmeye çalıştım. Burada benim değer yaratma formülüm diye baktığın zaman burada tasarım odaklı düşünmenin prensiplerini, kimyada şey vardır; periyodik tablo vardır, formüllerle biraz onu çevirip, ihtiyacımız olan elementler nelerdir diye, kendim 5 tane element icat ettim periyodik tabloda. Bir tanesi mesela Positivium. Po kısaltması kullanılıyor. Olumlu yaklaşım çok önemli yapıcı katkıda bulunmak çok önemli. Fikirler içerisindeki olumlu ve güzel yanları görmek önemli. Buna sahip olmak lazım bir kere tasarım odaklı düşünmede ve yani yenilik yaparken. İkincisi Collectivium, bu da Co diye gösteriliyor. O da bahsettiğim gibi en iyi fikri değil, kollektif fikri öne çıkarıyor. Uzlaşıyı öne çıkarıyor. Bu da sahiplenmeyi getiriyor ve karşılıklı güveni pekiştiriyor. Ortak çalışmanın esaslarından bir tanesi. Üçüncüsü Diversium, bu da Di diye gösteriliyor. Bu da çok önemli bir alan yine, farklı birimlerden farklı uzmanlıklardan farklı bakış açılarını bir araya getirip bunlardan faydalanmamıza imkan veriyor. Bu sileo? Yapısını bozuyor yani dediğim gibi bir şirket tüketim malları pazarından düşünürseniz, bir araştırma geliştirmeci de olacak, bir gıda mühendisi de olacak, pazarlamacı, satışçı, hatta avukat da orada olacak ki sonradan ‘ya bunu böyle yapamayız’ diyemesin, herkesin orada katkısı olsun. Diversity çok önemli. Dördüncüsü Curiousium, bu olmazsa olmaz meraklılık, tüm varsayımları sorgulamak, aldığımız cevaplardan tatmin olmamak, biraz çocuk yaklaşımı aslında düşündüğümüz zaman. Çocuk gibi meraklı olmak gerekiyor. Ve sonuncusu da Actorientum diyorum ben buna, bu plan değil eylem odaklı olmayı gerektiriyor aynı zamanda başarısızlıkları kabullenmeyi, onlardan öğrenme kültürünü getiriyor. Plana değil eyleme sadık kalıyorsunuz. Böylece beş element sayıyorum, bunun için bunları sağlarsak değer yaratmak mümkün olur diye söylüyorum.
AB: tasarım odaklı düşünmenin başarılı olması için formülü uygulamamız gerekiyor
MY: Kesinlikle tasarım odaklı düşünme için şirketin başarısı için bence bir değer yaratmak için
AB: Organizasyon kültüründe değer yaratmak için diyelim daha doğrusu
MY: Aynen aynen,
AB: Ki içinde bulunduğumuz dönem içerisinde de bir değişim-dönüşüm durumu söz konusu, bu da çok gerekli olacaktır diye düşünüyorum.
MY: Yani aslında baktığın zaman, bu 21. Yüzyıl etkinlikleri falan diye baktığın zaman, yaratıcılık, tasarım odaklı düşünme yeteneği de orada yöntem olarak bahsediliyor. McKinsey’in raporlarında da var. Ve farklılıkların bir arada olduğu, onun kabul edildiği ve bunun yadırganmadığı bir şekilde kabullenildiği yapılar ön planda olacak çünkü başka türlü hep bildiğimiz ezberlere teslim oluyoruz ve hep yanlış varsayımlarda bulunuyoruz. Onları elimine etmek için mümkün olduğu kadar farklı açılardan bakmak gerekiyor.
AB: Peki yavaş yavaş sona geliyoruz ekleyeceğin bir şey var mı yoksa podcast konusuna girelim mi?
MY: Girelim, sonuçta benim yaptığım iş de, tüm bu sıkıntılar konuştuğumuz engeller bana dert olduğu için ben de böyle Innolabz işini kurmaya karar verdim. Ve şey gibi; Don Kişot gibi bunlarla mücadele etmeye çalışıyorum. Öyle söyleyeyim. Podcast işinde de, bu da şeyin bir parçası aslında bu tasarım odaklı düşünmenin evangelistliğinden, yayıncılığından olduğunu düşünüyorum. Ve bunun için yazılar yazıyordum. Geçen yıl Eylül ayından beri bir podcast yayını yapmaya başladım. Orada da bu konuda inovasyon işinde, veya bu fasilitasyon işinde: işte workshopları yürütmek için kolaylaştırıcı deniliyor veya fasilitatör deniliyor, bu insanlarla, bir takım akademisyenlerle ve müşteri tarafında kullanıcılarla; bu tekniği kullanan insanlarla söyleşiler yapıyorum. Ve hakikaten şimdilik iyi gidiyor, yavaş yavaş dinleyici kitlesi oluştuğunu görüyorum. Hiç tanımadığım insanlardan mesajlar geliyor, takip ettiklerini anlıyorum. Güzel, yani Türkiye’de de, dünyada da zaten çıkış trendinde bu podcast işi.
AB: Değer yaratmanın formülü podcast’i de dünya trendleri podcastinin kardeş podcasti olmuş oldu böylece.
MY: Evet, kesinlikle. Bana kendimi anlatma imkanı tanıdığın için çok teşekkür ediyorum, bu benim için de çok güzel bir deneyim oldu, ortak bir bölüm olarak dinleyicilerimize sunacağız.
AB: Gerçekten öyle, değer yaratmanın formülü, tasarım odaklı düşünme konusunda benim de merak ettiğim bir konuydu, uzun zamandır araştırmak istiyordum ve gerçekten sevdim bu konuyu. Önümüzdeki günlerde farklı birkaç bölüm daha yapabiliriz çünkü sevdiğim bir konu oldu, hoşuma gitti açıkçası tasarım odaklı düşünme.
MY: Harika, konuşacak çok şey var tabii, çok örnek var.
AB: Sözünü unutma, podcastte tasarım odaklı düşünceyi uygulayabilir miyiz diye soracaktım sana.
MY: Tabii, yani aslında bir podcast tasarladığımızı düşünelim, sıfırdan bir şey yaptığımızı düşünelim. Burada öncelikle insanların birkaç kendimize persona tanımlayabiliriz, şimdiye kadar hiç podcast dinlemeyen insanların ne tür engelleri var da podcast dinlemiyorlar, bunu anlamaya çalışabiliriz. Bir diğeri de diyelim podcast dinliyor fakat belki tam aradığı içeriğe ulaşamıyor, onun aradığı içerik ne diye bakabiliriz. Böyle iki persona üzerinden gidip insanlarla görüşüp beklentilerini, ihtiyaçlarını, hangi zamanlarda, hangi durumlarda bunlarda podcast dinlemeyi seçiyorlar veya ne tür araçlar kullanıyorlar, işte mobilden mi desktoptan mı nerden. Ve genel sosyal medya kullanımı alışkanlıklarının çerçevesini daha da büyüterek daha demin dediğim gibi, podcastten aldığı, almayı beklediği ilgiyi şu an nereden alıyor, ona biz alternatif olarak daha iyi ne sunabiliriz gibi sorularla bu işin tam haritasını çıkarmak gerekiyor, kullanım, deneyim haritası tekniklerden bir tanesidir. Ne şekilde dinliyor, ne şekilde buluyor ne yapıyor bunları anlamak, ve sonrasında fikirler geliştirilir; neler yapabiliriz ne tür konulara odaklanabiliriz, ne tür formatlar kullanabiliriz; bu iki kişiyle söyleşi mi, tek başına solo bölümler mi, yoksa daha çok sayıda görüşmeler mi veya interaktif bir şekilde mi insanlardan soru alarak mı gibi birçok şeyi, sonrasında da bunu prototipleyebiliriz yani birkaç kısa bölümler çekilip.
AB: Demo dediğimiz,
MY: Demo dediğimiz şekilde yapılabilir. Bunu farklı insanlara dinlettirip bu persona’dan insanlara dinlettirip, bunun yapılıp yapılamadığını veya ilgi çekip çekmediğini, neyi değiştirmek isteyeceğini, bu şekilde süreç yürütülebilir.
AB: Valla güzel. Burada da uygulayabiliyoruz. Peki, o zaman sona geldik. Değer yaratmanın formülü podcasti ile ortak bir yayın yapmış olduk Dünya trendleri podcasti. Mete çok teşekkür ediyorum, gerçekten bizi dinleyenler çok güzel bilgiler aldı senden. Benim de tasarım odaklı düşünme konusuna daha fazla eğilmeme neden oldun, sevmeme neden oldun. İletişim bilgilerini ben podcastin altına açıklama kısmına yazacağım ama onun öncesinde senden bir kitap önerisi isteyecektim, ekleyeceğin bir şeyler yoksa eğer.
MY: Tabii, öncelikle bana Linkedin’den ulaşabilirler, bağlantı kurabilirler veya takip edebilirler, nasıl tercih ediyorlarsa. O zaman kitap önerisi için de şey diyim; iki tane kitap söyleyeyim, bir tanesi daha geniş anlamda insanı, insan davranışlarını anlamak anlamında bu davranış ekonomisi konusunda 2002 yılında Nobel ödülünü alan Daniel Kahneman’ın Hızlı ve Yavaş Düşünme diye bir kitabı var, bence çok temel bir kitap; çok kolay okunan bir kitap değil onu söylemem lazım ama kesinlikle çok kafa açan bir kitap. İnsanların hakikaten çok kısa yolları ve sapmaları düşüncesindeki kusurları çok güzel anlatıyor. İnsanın hem kendisi için hem de iş hayatında kullanabileceği birtakım ipuçları var. Doğru karar vermek ve kararları yönlendirmek anlamında. İkinci kitap da bahsi geçti, konuştuk; Sprint diye bir kitap var Jack Knapp’in, Google Ventures’dan o zaman orada çalışan sonra ayrılıp kendi işini yapıyor şu an sanıyorum, orada 4-5 günlük süreçlerle sprintlerle nasıl sorun çözdüklerini anlatıyor. Tasarım odaklı düşünmenin bir alt kümesi olarak düşünebiliriz veya bir reçetesi gibi düşünebiliriz. Büyük bir disiplin baktığın zaman, tasarım odaklı düşünmenin içinde sprintler var, agile’lar var, lean’ler var, bütün onlara ilham veren bir felsefe. Ama sprint de şirketlerin uygulayabileceği el rehberinde bir kitap gibi önerebilirim.
AB: Çok teşekkür ediyorum gerçekten, güzel bir bölüm oldu. Yine efsane bölümlerden birine imza attık.
MY: Harika.
AB: Dediğim gibi önümüzdeki günler içerisinde benim ilgi alanlarımdan bir olacak tasarım odaklı düşünme.
MY: Çok sevindim. Umarım dinleyenler için de faydası olmuştur. Aykut seni tanıdığım için de çok memnun oldum, iyi ki birbirimizi bulduk.
AB: Valla çok güzel oldu.
MY: Podcast kardeşliğini başlatmış olduk.
AB: Tamamdır. O zaman kapatıyoruz.
MY: Tamam, çok teşekkürler.
AB: Hoşça kal.
Bu söyleşiyi yazıya döken Sn. Aysena Demir’e yardımı ve emeği için teşekkür ediyorum. MY