Doğru işi yapmak ve işi doğru yapmak bir bütün. Ama bence zamanımızın büyük kısmını işi doğru yapmaya ayırıyoruz. Tasarım odaklı düşünme ise doğru işi yapmakla ilgileniyor.
Bunun için bir çok yöntem ve araç kullanıyoruz ama içlerinden sadece bir tanesini al diğerlerini bırak deseler seçimim çok net; soru sormak. Soru sormakta zor olan veya bu kadar önemli ne var diyeceksiniz.
Aslında dünyaya geldikten sonra konuşmaya başladığımız zaman ilk yaptığımız soru sormak, merakın yansıması. Sonra giderek (kafa açıcı, sorgulayıcı, yaratıcı düşünmeye teşvik eden) soru kalitemiz düşüyor, ama konuşma ve cevap verme becerisi gelişiyor. Cevap verme derken, beklenen yanıtı verme kapasitesi. Eğitim sistemi ve sonrasında iş hayatı bunun üstüne kurulu. Belki yapay zeka da kendini bu yönde geliştiriyor işini daha iyi yapmaya çabalarken.
Oysa aradığımız yeni yanıtlar, gidilmemiş yollar, keşfedilmeyi bekleyen vahalar. Bunlara eski sorularla, yanıtı hazır veya yanıtını bilebileceğimiz sorularla, veya bildiklerimizi (varsayımlarımızı) doğrulama niyeti ile sorduğumuz sorularla varamıyoruz. Yetişkin halimizle “cahilce, saçma, manasız” diye tanımladığımız sorular yani diğer bir anlamda “çocukça” sorular sormamız gerekiyor.
Önceki gün çok kıvrak zekalı bir ekiple beraberdim. Gerçekten hep sorduğum sorulara sıra dışı cevaplar veren bir ekiple. Ne yalan söyleyeyim yazılımcı ve analist bir ekibin konuştuğumuz konulara ilgisinin düşük olabileceğini veya bu konularda düşünme pratiklerinin az olabileceğini tahmin etmiştim.
Örneğin bir vaka çalışmasında “yazılımcı bir gencin turist olarak Osaka’ya gitmek istediğini ama turistlere önerilen deneyimler, rotalar değil daha otantik ve yaratıcı bir perspektiften tekliflere ulaşmak istediğini” ele aldık. Önce gruplar içinde role giren bir arkadaşlarıyla (personayı temsilen) görüşmeler yaptılar, iç görüler yakalamaya çalıştılar. Ardından fikir geliştirmeye kapı açacak en kritik HMW (How might we – nasıl yapabiliriz) sorusunu bulmaya çalıştılar. “Nasıl Jonas’ın daha otantik deneyimler yaşamasını sağlayabiliriz?” sorusu akla gelebilecek en düz soru. Fakat bu soru bu haliyle bize heyecan vermiyor, hemen aklımıza fikirleri üşüştürmüyor. Halbuki aradığımız soru bu ve daha fazlasını yapabilmeli. Şöyle sorular geldi ama “Nasıl Jonas’a kendini bir Japon gibi hissettirebiliriz?”, ya da “Nasıl insanların onu Japon zannetmesini sağlayabiliriz?” “Nasıl turistik deneyimi otantik bir deneyime çevirebiliriz?” ya da “Nasıl “turistik” kavramını yok edebiliriz?” “Nasıl Jonas’ı bir sosyal kelebeğe dönüştürebiliriz?” vb… Sonra bir sürü fikir yağdı tabii.
Eski Google CEO’su Eric Schimidt’in Google için söylediği sözü hatırlatayım; “Şirketi cevaplarla değil, sorularla yönetiyoruz.”
Amadeus ekibine bir eğitimciye en büyük keyfi veren içten katılımları için çok teşekkür ediyorum.
PS: Sabah toplantı odasına geldiğimde ekranda (rezervasyonu yapan çalışan Avni Sevinç) rahmetli babamın ve annemin ismini görmek mekanla hoş bir bağ kurmama vesile oldu. ☺️









