Babam bugün tam 100 yaşında olacaktı, 17,5 yıl önce aramızdan ayrılmasaydı.
Tam bir Cumhuriyet çocuğu, Cumhuriyet’in ilanından yaklaşık 42 hafta sonra doğmuş 16 Ağustos 1924’te, Fatih Hatice Sultan Mahallesi’nde. En büyük talihsizliği 5 yaşına varmadan annesini kaybetmesi şüphesiz. Okuldan döndüğünde arkadaşlarının annelerinin onları kapıda karşılamalarının ona nasıl tesir ettiğini anlatmıştı.
Küçük abisi gibi subay olmak istemiş, başka türlü okumak zaten zor. II. Dünya Savaşı yılları hızlandırılmış programla 1943 yılında 19 yaşında Harbiye’den mezun olmuş, çok sevdiği Büyük Atatürk gibi topçu sınıfından.
Doğu’da soğuk savaşın ilk yıllarında, Rus sınırında hizmet yapıyor. Çok renkli anıları vardı öğrenciliğine ve görev yaptığı yıllara dair. Keyfi yerinde olup, taklitlerle anlattığı zaman dinleyen herkesi kırar geçirirdi. Küçükken bir çoğundaki lehçeyi veya şakaları anlamazdım belki ama bayılırdım insanların ona ilgisine. Mesela Cemse’lerden bahsederdi. Yıllar sonra farkına vardım ki GMC kamyonlarına askerlerin taktığı isimmiş, dönemin baskın dili Fransızca (je-em-se) okunuşuyla.
Mesleğini çok seviyor, ancak Demokrat Parti iktidarının ilk günlerinden itibaren Atatürk devrimlerinden uzaklaşma sinyalleri (millete mal olmuş inkılapları muhafaza, olmayanları tasfiye edeceğiz) ve ardından söylenen “orduyu yedek subaylarla yönetirim” gibi küçümseyici ifadeler onu bir kopuşa sürüklüyor ve o yıllarda bir çok subayın yaptığı gibi ordudan ayrılıyor, İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırıyor. 1959’da dereceyle mezun oluyor. Hemen ardından gelen 27 Mayıs ihtilali onun hayatında da büyük değişimlere yol açıyor.
İdealist, Atatürk sevdalısı ve çalışkan bir insan için üniversitede kalıp öğrenci yetiştirmek, araştırmak, makaleler yazmak potansiyelinin en iyi icrası olacak ve onu çok mutlu edecekken felek başka planlar yapıyor. İçinde birçok ukde kalarak hayatını önce çocuklarına sonra torunlarına adıyor.
Annemle pediatri kongreleri sayesinde dünyayı gezdiler ama hiçbir lüksü ve kişisel harcaması yoktu. Geride kalan bir özel eşyasının olmadığını fark etmiştim, notları, kitapları, numaralı gözlükleri ve cep saati dışında. Her yere yürürdü, ilk ve tek arabası 1969 model bir Ford Taunus 20m’di, onu da neredeyse sadece şehir dışına çıktığımızda kullanırdı. Tasarruf ve tamirat onun yegane hobileriydi.
Nedense yüz yaşına kadar yaşamakla ilgili bir beklentisi, arzusu vardı, ki onun nesli için çok rastlanır bir durum değil. Hep yaşından dinç olmakla övünürdü, öyleydi de, ömrünün son birkaç yılına kadar. Babasının da yüz yaşına kadar yaşadığını söylerdi, seneler sonra aile soy bilgileri açıklanınca öğrendik ki, dedem vefat ettiğinde 88 yaşındaymış. Kendini öyle inandırmıştı demek. Belki de annemle olan 12 yıl yaş farkını telafi etmek, onu geride yalnız bırakmamak gibi bir emeli vardı.
Bugün doğumunun 100.yılında, onu hayırlarla ve hasretle anıyor, torunlarına anlatıyorum. Değerlerini kendimde yaşatmaya ve çocuklarıma aktarmaya çalışmak tesellim oluyor bir ölçüde.