Borçka Karagöl de bir heyelan gölü (1800m). Yalnız burası Uzungöl’ün kaderini paylaşmamış. Artvinliler anlaşılan biraz daha sahip çıkıyor bu doğal güzelliğe, gölün kenarında sadece bir belediye tesisi var. Başka konaklama yeri yapılmayınca Orta Doğulu turistler de akın etmemiş.
Bizim Şile bezi diye bildiğimiz bezin kaynağı meğer Rize imiş, kenevir ipliğinden dokunan bu kumaş terletmiyor. Gittiğimiz mağazada önce bir tekstil tezgahının başında bilgi verdiler ardından mağazaya yönlendirdiler. Sonrasında bıçak atölyesinde ve çay fabrikasında gördüğümüz bir düzen bu. Yerel kültürden sergilemelerle bezenmiş bir satış aktivitesi. Çok ezber olduğunun anlaşılması dışında bir “sikinti yok” yöre halkının dediği gibi. Hatta her defasında değişik taktikler var, mesela burada alışveriş yapan müşteriler arasında çekilişle hediyeler verdiler.
Sürmene bıçak atölyesinde, İsmail Bey bahçedeki serenderin içinde bizi kemençesiyle karşıladı. Önce bize kemençesini tanıttı, insandan esinlenen, kaş, boyun, kulak gibi kısımlarından bahsetti. Ardından farklı türde ezgiler çaldı, türküden marşa, sanat müziğine. Sürmene tarafında türkülere eşlik etmek için insan sesine yakın “kaba”, Trabzon tarafında ise horona yatkın zil kemençe tercih edilirmiş. Bu bilgileri verirken yaylada içilen kekik çayını ikram ettiler. Meğer İsmail Bey bıçak ustasıymış, kemençeyi bırakıp atölyeye geçtik. Ekrandan bıçağın nasıl yapıldığını gösterdi, önceden eski tren raylarını eritirken şimdi Fransız çeliği kullanılıyormuş. Sürmene’nin sanatı ile öne çıktığını çünkü liman ticaretinin yoğun olduğunu, zenginliğin olduğu yerde sanatın yeşerdiğini, insanların incelikli olduğunu gururla anlattı. Biraz tedirgin eden bilgi ise bıçakların sağlamlığını çeliğin yunus yağıyla soğutulmasına borçlu olması. Tabii bunun için yunus avlanmıyor, ağlara takılıp ölen yunuslar değerlendiriliyormuş, ayrıca bu yağ çok uzun bir süre bozulmadan kullanılabiliyormuş. Sergideki bir bıçağın sapını Romen bayrağına benzettim, çünkü mavi, sarı, kırmızı renklerdeydi. Ne iyi fikir turistler için mi dedim, buraya turist gelmez ki dedi. 😒 Fırsatlar, fırsatlar…
En son özel bir çay fabrikasını ziyaret ettik, orada da bizi horonla karşıladılar yerel kıyafetlerdeki çalışan kızlar. Çayların nasıl işlemlerden geçtiğini gördük. Meğer yeşili siyahından ayıran fark yeşil çayın 5 yerine 3 işlemden geçmesi imiş. Peki siz çayı nasıl demliyorsunuz? Korkarım benim gibi demlikteki çayın üstüne kaynar suyu döküyorsunuz. Çayı demliğe sudan sonra koymalı, karıştırmamalı, yavaş yavaş çökmesine müsade etmeliymişiz. Tabii çelik çaydanlık yerine porseleni tercih etmeli. Kireç tadını bozduğu için içme suyundan şaşmamalı.
Çayın eleklerden geçerek kalitelere ayrıldığını da biliyorsunuzdur, bunların belli oranlarda karıştırılmasına ise harman deniyor. Sallama veya demlik poşeti konusuna hiç girmeyeyim, kimseyi üzmeyeyim. O yavaş yavaş çökme olmayınca olmuyor.
Adresimizi alıp koliyle eve gönderdiler, aldığımız kutu kutu çayları, reçelleri 😉