Elevit yaylası

Yaylalar, yaylalar

Doğu Karadeniz yazı dizisi (dünden devam)

İkinci gün sabah Ayder Yaylası’ndaki odamızda uyandık, bir saatlik yolculuk sonrası Çamlıhemşin’de Fırtına deresi vadisinin Batı yamaçlarına kurulmuş Zilkale’ye vardık. 13.yy’da Bayburt’a ulaşan bir kervan yolunu kontrol etmek için önce Cenevizler ve Rumlar en son 18.yy’a kadar Osmanlı’lar tarafından kullanılmış. Orada yüzyıllar önce yaşayan insanlarla o değişmeyen nefes kesici manzarayı paylaşmak çok garip bir his. Kale iyi durumda, birçok tabela ile anlatımlar da var ama çok daha iyi canlandırılabilir ve hikayeleştirilebilirdi diye düşünmekten kendimi alamadım. Sahi neden varlıklı Karadenizli iş insanları kaynak yaratıp bölgenin değerlerini parlatamazlar?

Oradan 1884m rakımdaki Elevit yaylasına geçtik. Yayla evlerinin pencerelerinde pancurlar var, onları sıkı sıkıya kapatıp köylerine dönüyorlarmış, yoksa karlara gömülen evlerin camları kırılıyormuş. Yollarda yiyecekleri saklamak ve mısırları kurutmak için yaptıkları serenderleri gördük. Nasılsa hiç fotoğrafını çekmemişim, dört direk üzerinde duran, seyyar merdivenle çıkılan kare şeklinde ambarlar. Direklerin üst kısmında tahta tekerlekler var, çeşitli yaban hayvanların ulaşmasını engellemek için.

Her yerde karşımıza çıkan buz gibi akan derelerden su içmemek için kendimizi zor tuttuk, malum bizim şehirli mikrobiyatamızın buradaki “doğallığa” nasıl tepki vereceğini kestiremezsiniz. Ama şu böğürtlenlerin tadına bakmadan duramadık.

Bu arada yamaçlarda, yaylalarda evlerin dağınık duruşuna şaşırıyorsunuz. Cepheleri de hep farklı yönlere bakıyor. Herkes önündeki bahçesini göreceği şekilde evini yaparmış. Bu yapı çok iç içe olmayı sevmediklerini düşündürüyor insana. Bir de köylerde, iki cami, iki kahvehane hatta iki köprü olabilirmiş. Artık bölgenin haşin doğasından mı, miras paylaşımındaki anlaşmazlıklardan mı, kardeşler birbirine küs olup farklı yerlerde olmayı seçebiliyorlarmış.

Resimdeki tahta hediyelikleri beğendim. Güzel çalışmışlar, bazılarının anlamını sordum, örneğin “dok tor”, ama satan bile bilmiyordu. En tartışmalı lafı şuraya bırakayım; bazı yerlerde turistin Karadeniz’e yük olduğu hissine kapılıyorsunuz. Ama genellemek yanlış olur, örneğin şu nefis sütlacı yediğimiz Meydanköy’de Şimşir Bungalov’da çok güzel ağırlandık.

Günü Tar Deresi Bulut Şelalesi ile kapattık, en çok keyif aldığımız yürüyüşlerden biriydi, yoldan şelaleye gidiş dönüş 1.5 saat sürüyor ama kesinlikle değiyor.



🖊️Yarın (bonus) Batum yazısı ve Karadeniz’in iki yakasının çağrıştırdıkları
🖊️Sonraki gün Borçka Karagöl, Çayeli, Sürmene Bıçak Atölyesi ve Çay Fabrikası
🖊️Son gün Sümela Manastırı, Atatürk Köşkü ve Ayasofya.
Bir de sonda beğendiğimiz restoranlar, dinlediğimiz müzik keşiflerimi ve tur organizatör bilgilerini paylaşayım diyorum, ne dersiniz?

Bunu paylaşın
Tartışmaya katılın

Okumaya devam edin