Çay var içersen, yol var gidersen

Dünkü paylaşımla beklentiyi epey yukarı çektik, Karadenizli olduklarını tahmin ettiğim çok sayıda yeni takipçim de oldu. Beş gün gezdim ama bende büyük etki bıraktı, on gün konuşabilirim. İçinde güzellikler, şaşkınlıklar, hayal kırıklıkları ve umutlar olan bir yazı dizisi olacak. Gördüklerimi, yiyip-içtiklerimi anlatacağım ama markalaşma konusuna da değineceğim.

İlk gün Trabzon’a indik, hemen Sürmene sahilinde güzel bir restoranda sabah kahvaltısı yaptık. Oradan ilk durağımız Uzungöle’e doğru yola çıktık. Uzungöl adından da anlaşılacağı gibi bir uzun göl, Çaykara ilçesinden geçen Haldizen deresinin önünün heyelanla kapanması ile oluşmuş. 1989’da Tabiat Parkı olarak ilan edilmiş. Sosyal medyada bulacağınız öncesi-sonrası resimlerinin en meşhurlarından. Yıllar içinde betonlaşma ile göl site havuzuna dönmüş desem abartmış olurum ama korumayı bilmediğimiz çok açık. Son yıllarda ise Orta Doğu milletlerinin gözdesi olmuş, bu 1000m rakımdaki güzel serin tabiat parçası. Ev alanlar bir süre gelip oturuyor, sonra kendi ülkelerinden kişilere kiraya veriyorlarmış. Bayağı Rusya-Antalya eşleşmesi gibi olmuş ama sıcak-soğuk alışverişinin ters yönünde. Bilmiyorum iklim değişikliği ile bu hareketlilik nereye evrilecek ama ekonomik anlamda bölge yerlilere hitap etmez olmuş, yeme-içme fiyatları havaalanı mertebesinde.

Sonraki durağımız Rize Çayeli ve meşhur kurufasulyesi. Artık bir porsiyonda neredeyse bir kalıp tereyağından mı, fasulyesinden mi bilmiyorum ama kaçırılmaması gereken bir lezzet.

Rize’de yılda 60 gün kadar güneş oluyormuş, gerisi bulutlu ve yağmurluymuş. Burada rehberimiz bir hatırlatma yapıyor; Afrika kıtasının milyonlarca yıldır (günümüzde her yıl 4 mm kadar) kuzeye doğru hareketiyle Kuzey Anadolu Dağları oluşuyor (güneyde de Toroslar tabii) ve denizden gelen rüzgarların dağlara çarpıp yükselmesiyle soğuyup yoğunlaşıp yağmur olarak iniyor.

Sırada Çeçeva’nın reklam filmlerine set olan çay bahçeleri var. Çay bitkisinin ilk kez Türkiye’de Sultan 2.Abdülhamit devrinde Bursa’da denendiğini öğreniyoruz. O dönem tutmayınca vazgeçiyorlar. Cumhuriyetin ilk yıllarında Rize’de sulak arazilerde çeltik (pirinç) yetiştiriliyor ama çok sinek oluyor ve sıtmaya yol açıyor. Tarım Genel Müdürü Zihni Derin bölgeyi ziyaretinde “Batum’da var burada niye olmasın” diyor ve çay yetiştirme denemelerine başlıyor. Köylülerin alışması epey zor oluyor ve zaman alıyor ama 30’ların ortalarında sonuç alıyorlar.

Çayla ilgili yeni öğrendiğim birkaç bilgi de şöyle:
🌱Mayıs’ta hasatı yapılan, kar suyu ile sulanan çayın tadı başka olurmuş.
🌱Yılda 3-4 kez hasat yapılıyor.
🌱Çayın 2.5 yaprak denen üst kısmı toplanıyor.
🌱Buçuğa karşılık gelen minik filiz (tomurcuk) aslında beyaz çay. O ayrıca toplanacaksa, sabahın erken saatlerinde başlanıyor, bir kişi günde yaklaşık 100gr toplayabiliyor.
🌱Toplanan çayın aynı gün içinde fabrikada işleme girmesi gerekiyor.

Çayın hikayesinin devamı fabrika ziyaretinde. Yarın Zil Kale’de ve yaylalardayız.

Bunu paylaşın
Tartışmaya katılın

Okumaya devam edin