40 yıl önce, 40 yıl sonra!
Ortaokulda günübirlik okul gezisi ile Pamukkale’ye gitmiştik. Bu hafta ara tatili fırsat bilip ailecek birkaç gün geçirdik yörede. Çevreyi çok hatırlayamadım ama hiç unutmadığım; bu fotoğrafın çekilmesinden hemen sonra travertenlere girdiğimde aşırı kaygan zeminde kayıp tamamen ıslandığım. O nedenle şimdi oğlum girerken sıkı sıkıya tembihledim ama anladığım kadarıyla bunlar travertenlerin korunması amacıyla oluşturulmuş insan yapımı havuzlarmış, belki de o yüzden o rahatlıkla geziyordu içinde.
2000 yıl önce, 2000 yıl sonra!
Şehir, yani Hierapolis M.Ö. 2. yüzyılda Bergama krallarından II. Eumenes tarafından kurulmuş, ismini de (Bergama’nın kahramanı Telephos’un karısı Amazonlar Kraliçesi) Hiera’dan almış. “Hiera” Helen dilinde “kutsal” anlamına geliyormuş. Daha erken dönemde de (Demir Çağı’nda) yerleşim varmış. Nasıl olmasın ki, biz bile bu devirde hayranlık duyuyoruz, kim bilir o zaman burayı keşfedenler için ne büyük bir mucizeydi. Frigler döneminde Kibele tanrıçasına adanmış bir dini merkez olduğu söyleniyor. Çok sonra İsa’nın 12 havarisinden St Philip de Hıristiyanlığı yaymak için buraya gelmiş ama burada öldürülmüş.
Bu arada buraya 10-15 dakika mesafede bizim kaldığımız Karahayıt mevkiinde de yer altından gelen su kırmızı akıyordu, muhtemelen demir içeriğinden ötürü. 50 derecelik açık havuza girmek gerçekten güzel bir deneyimdi. Ama hep o dönemde burayı keşfedenler için ne kadar esrarengiz olduğunu düşündüm. Yeraltı dünyasına açılan bir kapı!
Hierapolis Helenik dönemde kurulmuş ama Roma döneminde de büyümüş. Hatta yüzyıllar içinde geçirdiği depremler sonrasında giderek Roma tarzı daha hakim olmuş. Tiyatro da (Efes’ten ve Afrodisias’tan 400 yıl sonra) Side, Aspendos, Perge ve Halikarnas’tan önce M.S. 2. yüzyılda yapılmaya başlanmış. Ama yapımı 140 yıl falan sürmüş.
Bugün ise resimde göreceğiniz gibi travertenler çok küçük bir alana sıkışmış, şehir aşağıya inmiş. Önlemler alınsa da iklim değişikliğiyle, su kaynaklarının azalması da travertenlerin azalmasına yol açmış olmalı.
Daha yeni Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılını kutladık. İnsanlık tarihi için o kadar kısa bir dönem ki! Öte yandan insanlık son 50 yılda giderek de hızlanan çok büyük bir değişim geçiriyor. Bir yandan ulus olarak treni kaçırmaktan korkmamız normal ama bu çağın insanların olarak da ne kadar önemsiz olduğumuzu hatırlayalım. Bu dünya ne İskender’e ne Sultan Süleyman’a kalmış! Artık 21.yüzyılda da hala şahsi hırslarıyla toplumlara bu dünyada cehennemi yaşatan insanlara tahammül edilmemeli!
Geçen gün buradan aktardığım, Büyük Atatürk’ün sözlerinde olduğu gibi.
“Milletler gam ve keder bilmemelidir. Şeflerin vazifesi, hayatı neşe ve şevkle karşılamak hususunda milletlerine yol göstermektir.”
BM’nin şu haliyle hiçbir yaptırım gücü olmadığı ortada. İnsanlık yeni bir örgütlenmeyle, bu bir avuç kendini beğenmişe ve çıkar grubuna (silah üreticisi, rantiye vs) dur diyebilmeli!