Ahmet Gülüm ile spor ekosistemi hakkında konuşurken spor organizasyonlarının/kurumlarının dünyada en iyi işleyen organizasyonlar/kurumlar olduğundan bahsetti. Gerçekten öyle değil mi? Bence işin büyüsünün bır kısmı “oyun”da; kurallarının belli olması, oynayan herkes tarafından kabul edilmesi, sınırlarının iyi çizilmiş olması, kurmaca olması (gerçek hayattan net bir şekilde ayrılmış olması) gibi… Küresel olarak da Brezilya’da da aynı kurallar var, Japonya’da da, yani müthiş bir dil birliği var.
Ahmet Bey’in örneği de çok güzeldi: Olimpiyat Komitesi Rusya’nın doping skandalı nedeniyle cezasından ötürü oyunlara Rusya olarak katılmasına izin vermemesi. Hakikaten Ahmet Bey’in dediği gibi burnundan kıl aldırmayan diplomasi cambazı Putin bile buna ses çıkarmadı, sporcularını gönderdi, Rus Milli Marşı’nın madalya kürsüsünde çalınmamasına da itiraz etmedi. Gerçi orada bir alicengiz denemişler, 2.Dünya savaşında çarpışan ve büyük kayıplar veren Ruslar için bir marş niteliğindeki (dağ başını duman almış gibi mesela) Katyuşa’yı çalmak istemişler, ama Olimpiyat Komitesi ona da izin vermemiş. Neticede Çaykovski ile Rus Olimpiyat Komitesi (ROC) bayrağı göndere çekildi, bir Rus sporcu birincilik kürsüsüne çıktığında. Gerçi o bile haksız rekabet diğer milli marşlarla kıyaslanınca 😄
Spor organizasyonun gücü, prestiji ortada. Acaba bundan iş dünyası nasıl dersler çıkarabilir? Gerçi örneği yok sayılmaz. Kuralların açık olduğu, adaletin hızlı ve etkin olduğu ekonomilerde, girişimler de başarılı oluyor, ekonomi de rahat gelişiyor. Yine geldik, şeffaflığa, netliğe ve adalete…
Hadi gelin Çaykovski’nin şu ölümsüz eserine kulak verelim.