Zuhal Baltaş ile Davranışı Değiştiren Faydalı Tasarımlar

Nudge Network’ün Kurucu Başkanı Prof. Dr. Zuhal Baltaş öncelikle Tversky, Kahneman ve diğer akademisyenlerin ortaya koyduğu düşünce sistematiğimizin çift yönlü yapısını anlattı. Sonrasında, karar hatalarına yol açan önyargılarımızdan Thaler ve Sunstein’in Nudge Kuramı çerçevesinde nasıl kurtulabileceğimizi konuştuk. Şirketlerin çalışanlarının iyiliğini nasıl sağlayabileceğini ve alınan kararları nasıl iyileştirebileceğini de öğrenebileceğiniz davranış ekonomisine giriş niteliğindeki Prof. Dr. Zuhal Baltaş ile yaptığımız bu söyleşiyi dinlemenizi tavsiye ediyorum.

Prof.Dr. Zuhal Baltaş’a mesaj göndermek için:
bilgi@baltasgrubu.com

Nudge Network hakkında ayrıntılı bilgi almak için:
https://www.nudgenetwork.net

Dinlemeye başlayın

Nudge Network’ün Kurucu Başkanı Prof. Dr. Zuhal Baltaş öncelikle Tversky, Kahneman ve diğer akademisyenlerin ortaya koyduğu düşünce sistematiğimizin çift yönlü yapısını anlattı. Sonrasında, karar hatalarına yol açan önyargılarımızdan Thaler ve Sunstein’in Nudge Kuramı çerçevesinde nasıl kurtulabileceğimizi konuştuk. Şirketlerin çalışanlarının iyiliğini nasıl sağlayabileceğini ve alınan kararları nasıl iyileştirebileceğini de öğrenebileceğiniz davranış ekonomisine giriş niteliğindeki Prof. Dr. Zuhal Baltaş ile yaptığımız bu söyleşiyi dinlemenizi tavsiye ediyorum.

Prof.Dr. Zuhal Baltaş’a mesaj göndermek için:
bilgi@baltasgrubu.com

Nudge Network hakkında ayrıntılı bilgi almak için:
https://www.nudgenetwork.net

Mete Yurtsever (MY): Merhaba! Ben Mete Yurtsever. Değer Yaratmanın Formülü podcast’inde bugünkü konuğum sayın Prof. Dr. Zuhal Baltaş. Hocam hoş geldiniz!

Zuhal Baltaş (ZB): Hoş bulduk!

MY: Değerli zamanınızı ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

ZB: Rica ederim. Keyifli bir sohbet olacağını umuyorum.

MY: Ben de. İsterseniz kısaca dinleyicilerimiz için sizin hakkınızda bilgi vereyim. Eksiklerim olursa zaten siz tamamlarsınız.

Prof. Dr. Zuhal Baltaş İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Tıp Bilimleri doktorasını yaptı. Aynı zamanda Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda doçent ve profesör olarak görevini sürdürmektedir. Yurtdışında da üniversitelerde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. Davranış bilimi ile iş yaşamına yön veren makaleleri, sağlık ve iş hayatı hakkında da çok sayıda kitabı bulunmaktadır. Son yıllarda davranış değişikliği konusunda en etkin yöntemlerden biri olan Nudge uygulamalarına ilgi duymaya başladı ve bu kapsamda davranış tasarımı üzerinde çalışmalarını yürüten ve Türkiye’nin ilk Nudge grubu olan Nudge Network’ü kurdu.
Ben sizi daha öncesinde de tanıyordum ama Nudge Network’ten geçtiğimiz günlerde Sermaye Piyasaları Kurulu’nun düzenlediği değişim temalı konferansta haberim oldu.

ZB: İyi mi olmuş konferansa katılışımız?

MY: Evet (gülüyor). Tabi davranış psikolojisi ve davranışsal ekonomi altın çağını yaşıyor. Öyle değil mi?

ZB: Evet.

MY: Daha önceleri reklamcıların ve iletişimcilerin insanları yönlendirme amaçlı kullandığı taktikler olarak düşünülse de artık iyi ellerde olduğunu sanıyorum.

ZB: Ben de öyle olduğunu düşünüyorum. Çünkü 2000’den önceki ekonomistler (akademisyen ağırlıklı olarak) büyük bir sıkıntı hissediyor olmalılar. Ekonomistler; dünyanın gittiği yönden, insan beyni üzerine yaptığımız çalışmalardan ve Kahneman’la Amos’un çalışmalarının 1974’ten bu yana beynin çift dual sistemli çalışması konusunda verdiği bilgilerden yararlanmakta çok geç kaldılar. Yani davranış bilimcileri dinleme zamanı toplumlara geç geldi. Umarım bundan sonra daha hızlı bir şekilde psikologlarla iş birliği yapma, davranış bilimi laboratuvarlarında çalışma imkanları artar.

MY: Kesinlikle. Bize biraz bu ikili yapıdaki düşünme şeklimizden bahsedebilir misiniz?

ZB: İnsan beyni çift sistemle çalışıyor diyoruz. Esas olarak üçe ayırdığımız bir beyin yapımız var. Eski veya arkaik beyin denilen reptil beyin, sürüngenlikten gelen ve karaya çıkan hayvanların çevrelerine karşı duyarlı olmalarını, dikkatlerini tehdit anına odaklamalarını ve kendilerine zarar verebilecek bir şeyin var olup olmadığını öncelikleyen kısımdır. Burası beynin en alt yapısıdır. Orta beyin dediğimiz beyin bölümü; limbik sistemi, hipokampusu ve bazı gangliyonları içine alır. Son bölümde artık memelilerin insanlaşmaya başladıkları ve insan olarak ortaya çıktıklarında da ”İnsan akıllı hayvandır.” tanımını yaptığımız noktaya geldikleri korteks (özellikle korteksin ön lobu, yani prefrontal korteks) bölümünü görüyoruz. Bu bölüme ikinci sistem diyoruz. Yani önce en eskisi, sonra birincisi, en son da ikincisi dediğimiz en üst sistem devreye giriyor.

Bu sistemlerin çalışmasında insanlar için yararlı olabilecek ana mekanizmalar kurgulanmıştır. Bu kurgulanan mekanizmalardan en arkadaki, tehdidi algılıyor; ama tehdidin nereden geldiğini, ne olduğunu ve hangi duyguya dayandığını sadece orta beynimiz değerlendirebiliyor. Biz ”Bedenin Dili” kitabını yazarken de bu konuya epey yer vermiştik, bir tehdidi görmek çok ufak uyaranlardan algılayarak bir reaksiyon geliştirmeye imkân veriyor. Çok yeni yapılan beden dili araştırmalarından birinden burada söz edebiliriz. Kalabalık bir topluluk içerisinde bir kişinin gülen bir ifadeyle bakması izleyenler tarafından, yani o topluluğu gözleyenler tarafından dikkat çekmiyor. Ama o büyük topluluğun içerisinde eğer bir kişi kızgın ve öfkeli bakıyorsa o kişi dikkat çekiyor. Yani bu duruma risk algısı ya da tehdit diyebiliriz. Dış dünyadan geldiğinde bedenimiz buna çok duyarlı, çünkü yaşamak istiyoruz. Var olan bir varlık yaşamı sürdürmek ister. Yaşamı sürdürmenin en önemli özelliği de tehditleri fark etmektir. Ancak tehditleri fark ettiğimiz zaman bunlara giydirdiğimiz kılıflar var. Bu kılıflar da hem kendi geçmiş yaşantılarımızdan hem içinde olduğumuz kültürden çeşitli şekillerde etkileniyor. Yani biz bazı şeyleri hissetmeye ve ön görmeye başlıyoruz, ön yargılar oluşturuyoruz. Ön yargılar toplumsal düzeyde farklılaşıyor. Ancak biyolojik yapımızdan kaynaklanan ön yargılarımız hayatı sürdürme odaklı olduğu için de yararlıdır. Yani sistem 1 dediğimiz sistem zararlı değil, hayatta kalmak için yararlı bir sistemdir. Bir yandan hisseden beynimizle hareket ediyoruz, bir yandan da düşünen beynimizle karar verip hareket ediyoruz. Kararımız çift kanaldan çıkıyor. Yani şöyle düşünebiliriz: Bir arabanın direksiyonunda iki el değil, dört el var ve bu ellerden ilk ikisi çok kuvvetli. Diyelim ki babanın eli ve çocuğun eli. Çocuğun eli çok daha hafif. Çünkü o çok daha yeni gelişen bir beyne sahip, ön beynini çok yeni geliştiriyor. Bu nedenle sistem 1 her zaman direksiyonu ele alma konusunda çok daha güçlü tepkiler vererek daha baskın olabiliyor.
Şöyle güzel bir ayırımı var: Sistem 1 (limbik sistemimiz) aslında bir uyaran geldiğinde tehdit olup olmadığı konusunda doğru cevabı arıyor. Doğru cevabı çok hızlı vermesi gerekiyor ki hayatta kalsın. Çok hızlı cevap vermemiz gerekiyor ki o parayı kaybediyor muyuz kaybetmiyor muyuz? Bunu kaybetme riskinden ya da herhangi bir davranışım sırasında kendimi nasıl kurtarabilirim? Ancak korteks (ikinci sistemimiz) devreye girdiğinde doğru cevabı aramak için çıktığı bir yol var. Onun doğru soruyu sorması gerekiyor. Şöyle açabiliriz: Birinci sistem tehdit olup olmadığı konusunda doğru cevabı arar. İkinci sistem ise doğru cevabı aramak yerine doğru cevaba gidecek doğru soruları sorar. Zaten eğitim sistemimizde de geliştirmek istediğimiz şey standart cevaplardan kopup olağanüstü koşullar için yeni cevaplar aramak. Dehalara da inovasyon yapanlara da düşen bu oluyor, belki oraya kadar da getiririz konuyu.
Bu noktadan hareketle belki şu soruyu sorabiliriz: Herkes aynı şekilde bir ikinci sisteme sahip mi? Sistemler çok ortak bir biyolojik yapıya sahip olsa da kurum kültürü, toplum kültürü ve kendi gelişim dönemleri içinde yoğrulur ve özelleşir. Yani ön yargılar özelleşir. Örneğin, insanlara karşı Türklerin ön yargılarıyla insanlara karşı Amerikaların ön yargıları farklı olabilir. Bu dönemde İngiltere’de ön yargılar iyice farklılaştı. Bunlar Avrupa Birliği’nden ayrılmaya götüren ön yargılardır. Bunların farklılaşması gibi tabi ki ikinci sistemimiz de aslında farklı. Yani bazı kişiler güçlü zekâ yapısına sahipken bazı kişiler o kadar güçlü olmayan zekâ yapısına sahip olabiliyorlar. O zaman bizim birbirimizin zekasından faydalanmak gibi bir gereğimiz doğuyor.

MY: Örneğin çocuklara yapılan ”Marshmallow Testi” vardır. Çocukların kendilerini kontrol edip edemediğini ölçer. Kendilerini kontrol edebilenler hayatta daha başarılıdır. Gerçi bu testin kanıtlanıp kanıtlanmadığını bilmiyorum.

ZB: Bu test çok yaygın olarak kullanılıyor. Çünkü duygusal zekayı ölçtüğü düşünülen bir test. Duygusal zekanın insan hayatı için önemli olduğunu biliyoruz. Çünkü duygusal zekâmız ilişkileri doğru yönetmek ve uygun sonuca gitmek için birinci sistemi kontrol etme imkanını veren şeydir. Zaten deminden beri de birinci sistemin riskli olabileceğiyle ilgili konuşuyoruz. Tehdit algılarken ani, hızlı, çaba harcamayan, çabuk cevap arayan ama cevabı her zaman doğru olmayan bir sistemden bahsettiğimiz için oraya riskli sistem diyoruz.

MY: Peki haz söz konusu olduğu zaman birinci sistem nasıl rol oynuyor?

ZB: Birinci sistem her zaman hazza dönüktür. İnsan organizması keyif almak, enerji harcamamak, temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurguludur. Zaten sorunun da buradan çıktığını söyleyebiliriz. Ön yargı geliştirirken benim için iyi olana ve benim için kötü olana bakıyoruz. Böyle baktığımızda da ön yargı dediğimiz şeyleri çözmemiz gerekiyor. ‘‘Debiasing’’ dediğimiz ön yargılardan uzaklaşacak veya “non heuristic” hisseden beyin sistematiğinden hisleri kontrol eden beyin sistematiğine geçmemiz gerekiyor.

MY: Evet. Sonuçta hep kısa dönemli kazançları uzun dönemdeki maliyete tercih ediyoruz.

ZB: Aynen öyle. Kısa dönemli dediğimiz birinci sistem çok usta. Yüzyıllardır bizimle birlikte. Yüzyıllardır değil, milyonlarca yıldır bizimle birlikte (gülüyor). O yüzden birinci sistem çabasız, çağrışıma dayalı, hızlı, hızlı olduğu için güçlü, otomatik, usta, kısa dönemde tehdidi algılayıp kaçmaya ya da savaşmaya dönük bir sistemdir.

MY: Bazıları bunu milyonlarca yıldır evrimleşmiş bir program veya bilgisayar sistemine benzetiyorlar. Öbür tarafta korteks (ikinci sistem), içinde bug’ları ve bir sürü hataları olan, halen gelişmekte olan ve bu yüzden de ilkine göre yavaş olan bir sisteme benzetiliyor.

ZB: Evet. Bu sistem mutlaka evrimleşecek diye düşünülüyor. Ama biyolojik mi nonbiyolojik mi olacağı yapay zekayla karşılamaya çalıştığımız bir açığımız belki. Şunu biliyoruz ki ikinci sistem esas olarak bireye ve topluma uygun kararların verilmesi için kullanmamız gereken sistemdir. Çünkü bu sistem tümdengelimi ve tümevarımı, yavaş ve dengeli bir şekilde, farkında olarak, toplum kurallarına uyarak ve normları kabul ederek yaşamayı, normların dışına çıkmamak da ahlakın dışına çıkmamak ve iyiliğin dışına çıkmamak gibi kavramları, kontrollü, çabalı ve uzun döneme yarar getirecek çalışmalar yapmayı, yani bugününü değil yarınını düşünmeyi beraberinde getiriyor. Birleşmiş Milletler’in 21. yüzyıl beklentileri zaten sürdürülebilirlik gibi bir kavramı getirdi. Başlangıçta yedi değişken üzerindeyken bugün on yedi değişken üzerinden çalıştırılmaya gayret ediliyor. ”Dünyayı kendim için değil, benden sonraki insanlar ve çocuklarım için nasıl iyi bırakabilirim?”, ”Kendim için iyi insan olmak değil, dünya için iyi insan olmayı nasıl sağlayabilirim?” gibi bir noktaya taşıyacak olan sistemimiz bize bahşedilmiş olan ikinci sistem.

MY: Nudge da sanırım bu noktada devreye giriyor. Bu evrim oluşuncaya kadar aradaki bir köprü vazifesi… ”İnsanların doğru karar almasına nasıl yardımcı olabilir veya yönlendirebilir?” diye.

ZB: Evet. Çünkü ön yargılar ve inançlar aslında mantığa dirençli. Şunu biliyoruz ki algoritmalar mantığı kurguluyor. Algoritmalar hislerin tam karşısında yer alıyor ve performansı artırıcı yardımcı araç olarak ortaya çıkıyor algoritmalar. Onun için oraya başvurmak ve kullanmak, sezgilerin karşı ucunda kalmak, yanlı olmamak, çağrışıma bağlı olmamak ama matematiksel hesap verebilir olmaya bizi getiriyor. Bu nedenle de matematiği çok iyi bilemediğimizi ya da öğrenmemiz gerektiğini iyi bilmemiz lazım. Burada Pers Kralı’nın bir hikayesini anlatmak istiyorum. Dinleyen dostlar belki de hatırlarlar. Pers Kralı’nın satranç hediye eden kişiye yaptığı oyunlardan sonra ”Bana bunu hediye ettin. Sana ne verebilirim?” diye sorduğunda, kendisine satrancı hediye eden üstat ”Her bir kareye bir tane buğday koyun ama bir sonrakine onu üssel olarak artırarak koyun, bana yeter.” der. Pers kralı ”Aman bundan kolay ne var? 1 buğday, 2 buğday, 4 buğday, 16 buğday…” diye cevap verir. Ama sonuçta 64 kareyi böyle doldurduğunda zannedersem 570 milyar tonluk bir buğday çıkıyor ki bugünkü dünyanın da buğday ihtiyacının ötesinde bir şey. Yani insanlar üssel düşünemiyorlar. Bunun için elimize kâğıdı kalemi alıp bu hesabı nasıl yapacağımızı bilmemiz lazım. Kahneman’ın hoş bir yaklaşımı var burada: ”Kaliteli karmaşıklığı dikkate alan ve daha doğru karar veren bir insan olmak için ikinci sistemi kullanın.” diyor. Beynimizin işimize yarayan kaliteli bir karmaşıklığı var ama bizim bunu etkin bir şekilde kullanmamız için algı yanılmalarıyla dolu olan birinci sistemin baskısından kurtulmak, iç sesimizin bizi götüreceği felaketlerden uzaklaşmak önemli bir şey. Tabi burada siz daha çok ekonomiye yakın olmak istiyorsanız şunu örnek verebilirim: Kredi kartlarının kullanılması insanları ekonomik olarak büyük zorluklara sokuyor. Felaket kelimesi de oradan hatırıma geliyor. Çünkü sayılara baktığınızda bu yıl kredi kartı borcunu ödeyememiş insan sayısı hakikaten ürkütücü boyutlara geldi.

MY: Aslında burada sizin de yöntem olarak yaklaşımınız insanların eğitilebileceği yönünde mi? Yoksa daha çok karar vericilerin, sistemi düzenleyenlerin, hükümetin veya belediyelerin insanları ikna etmesi yönünde mi? Yani insanlar eğitilebilir mi?

ZB: Çok teşekkür ederim. Çok önemli bir bölüm bu. Siz burada Nudge programına girmiş oldunuz. Nudge programına girersek… Bizim oluşturduğumuz nudgenetwork.net’te epey bilgi var bu konuda. Esas olarak politika oluşturmak, kurumlarda pozitif kurum kültürünü yerleştirmek gibi daha büyük amaçlı hizmetlere dönük gözüküyor. Ancak herkes kendi hayatı için ön yargılardan uzak bir yaşam modelini benimseyebilir. Bu sebeple de yaptığımız çalışmalarda; şirketlerde ve kurum politikalarının oluşturulmasında grup çalışmaları, insanların bireysel olarak verileri değerlendirme ihtiyacı duymaları, bunu değerlendirmek için çalışmalara ortak olmaları ve biz beynimizin bir bölümünü (birinci sistem) kesip atmayacağımıza göre ortak bir fikirle birinci sistemin bize gösterdiği kestirme yolları veriyle nasıl kullanabilir ve hayata tekrar alabiliriz diye bakıyoruz. Yani burada yine sayılardan örnek vermek belki etkili olabilir. Bir çalışan yüksek bir performans gösterdiğinde yöneticisi ona ”Sana bir aylık ekstra bir ücret ödeyeceğim. Bu ücretini her gün 1000 lira olarak mı ekleyeyim maaşına 30 günlük, yoksa bunu birer kuruş olarak mı vereyim?” diye soru sorsa insanlar bir kuruşu kabul etmezler. Çünkü hemen hesabını yapabildikleri hızlı, güçlü, uzmanlaşmış bir kararları var. Hemen söyledikleri şey: 1000 çarpı 30. Otuz bini ben alayım. Halbuki diğer taraf onlara 10 milyon 700 bin liralık bir para getiriyor bir bir koyduğunda.

MY: Üssel olarak arttığı zaman…

ZB: Evet. Aynı zamanda duygularımız da bizi çarpıtıyor. Çünkü harcadığımız paraya atfettiğimiz değer maddi değerin yanı sıra psikolojik değeri. ”Kayıptan kaçınma” diye Kahneman’ın ortaya koyduğu şeyde de paranın psikolojik değeri aslında kayıp duygusunu (ona ne anlam verdiğini) etkiliyor. Bütün bunlar bireylerin işine yarayacak bilgilerdir ve birey kendi bütçesini, kendi hayatını yönetirken bu konuda birinci sistem hatasının onu hangi karar hatalarına götürdüğünü görürse nerede hata yaptığını bilir. Çerçevelemede mi yanılıyor, çapalamada mı yanılıyor, statüko ön yargısı mı güçlü? Hepimizin bazı ön yargıları öne çıkıyor. Hepsi aynı düzeyde değil. Bazı insanlar için self-serving (kendine hizmet eden ön yargı) çok önde. ”Bu dünyada ben varım. Zaten gideceğim, ben besleneyim.” Bunu dediği zaman kendisi için de hatalı bir şey yapıyor, toplum için daha hatalı şeyler yapıyor. Sahip olma etkisi, çerçeveleme etkisi gibi etkilerden hangisi olduğunu; bireylerin kendilerinin tanımalarını da çok önemsiyoruz. Ancak tabi ki kurumlar burada çalışanlarını çeşitlendirmek olsun, çalışanların sürdürülebilirliğe etkisi olsun, yöneticilerin ön yargısız kararlar vermesi ve duygularından arınmış kararlar vermesi konusunda nasıl güçlendirilebilecekleri konusu olsun; bu ”debiasing”i öğrenmek durumundalar. ”Debiasing” olmadan, ön yargılarımızın neler olduğunu bilmeden; doğru, yararlı ve geliştirici kararlara gitmemiz zor. Karar hatalarını tanıyarak doğru kararları geliştirebiliyoruz.

MY: Aslında benim ütopik bir düşüncem de var. Keşke ”Dürtme Bakanlığı” gibi daha üst bir kurum olsa (gülüyor)… Thaler’ın bir konuşmasında verdiği bir örnek var, şöyle diyor: ”İnsanlar evde elektrik harcıyorlar. Yazın klima açacakları zaman onlara ‘Oda sıcaklığını 22 dereceden 20 dereceye indirebilirim ama bu sana 10 dolara mal olacak.’ desek bunu istiyorlarsa yapsınlar.’’ Dediğiniz gibi bu tarz insanlara karşılaştırabilecekleri bir referans vermek çok önemli.

ZB: Bu konuda Kahneman’ın çok ilginç çalışmaları var. Bu sizin söylediğiniz bireye doğrudan etki eden bir durum, yani ”Sen şu kadar lira kazanacaksın.” demek. Bir de burada çevre etkisi kullanılarak (buna sürü psikolojisi diyoruz) yapılan çalışmalar var. Etrafındaki insanlar ya da kendi çevresindeki komşularının aynı metrekare, aynı nitelikteki evde ne kadar harcadıkları ve bunun kendisininkinden farkı; onlara uyum sağlamak için gösterdiği bir davranış. Yani kestirme yolların hangisini seçeceğimizi çok iyi bilmemiz gerekiyor. Onun için çok iyi tanımamız lazım. Thaler her ikisini de kullanıyor. Hatta tasarruf fonlarının kullanılmasında… Örneğin; çalışan insanlar emeklilik yatırımı yapmaktan çok çekiniyorlar, yapamıyorlar. Çünkü statülerini kaybetmekten korkuyorlar. Bunun için de oluşturduğu ilginç araştırmalar var, belki bu yayına sığmaz. Hangi noktadan birinci sistemini besleyeceğim ama ikinci sistemle ona yardımcı olacağım? Bu kararı gerçekleştirmek için Nudge çalıştayları yapılıyor.


MY: Şirketlere gelirsek… Burada sizin şirketlerde pozitif kurum kültürünü yaratmak için davranış tasarımı hakkında da yaptığınız çalışmalar var sanıyorum. Bu konuda biraz bilgi verebilir misiniz?

ZB: Kurumlar çalışanı ”iş yapan” ve ”para kazandıran kişi” olarak görmenin ötesine geçtiler. Kurumlar birlikte oldukları insanların, çalışanların, yöneticilerin sağlıklarıyla (yani tam iyilik halleriyle) ve refahlarıyla ilgilenmek durumundalar. Siz benim görevlerimi sayarken halk sağlığından söz ettiniz. Anadolu Üniversitesi’nde 38 seneye yakın akademik hayatım oldu. Burada ilgilendiğimiz konulardan biri ”tam iyilik hali”. O zaman biz tam iyilik halini biyolojik, psikolojik ve sosyal iyilik olarak tarif ederdik. Bugün buna ekonomik iyiliği de dahil ettiler. Yani ”well-being” ve ”welfare” bugün iç içe geçmiş durumda. Çünkü bunlar birbirinden bağımsız çalışmıyor. O zaman çalışanların olumlu bir kültür içerisinde olmaları ve karşılıklı etkileşimde kazan-kazan ilişkisinde bulunmaları için çeşitli nudge’lar oluşturulabilir. Bu nudge’lar şirketin stratejisinden kopuk olmayacağı gibi insanların biyolojik ve psikolojik sağlıklarından da kopuk olamaz. Hijyen davranışlarından tutun, seçtikleri kişilerin kendilerine benzer olmaları sebebiyle geliştirdikleri ön yargıyla şirketin içerisinde farklı düşünce biçimlerini alamamalarına kadar uzanan geniş bir yelpazeden söz etmemiz lazım. Bir tarafta beden sağlığı var. Çünkü el yıkama alışkanlığı gerçekten sağlıklı olmayan bir şekilde yapılır. İnsanlar ya ellerini yıkamazlar ya da yeterli olmayan bir şekilde suyun altına veya sabuna tutarlar. Çünkü burada 15-20 saniyelik bir şey var. Mesela biz onlara nudge’lar üretiyoruz. İşte bu nudge’lar ne kadar sürede ne kadar elini yıkayacağını görsel olarak gösterebildiği gibi app’lerle (uygulamalarla) bilgisayarlarına ya da mobil cihazlarına gönderilebiliyor. Çok boyutta yapılabilir ama şu dönemde ülkemizde de en çok dikkat etmemiz gereken konulardan biri ön yargıyla insan seçmemek, bazı nitelikleri ve temel özellikleri sebebiyle kişilerden vazgeçmemek, çeşitliliği artırmak, bunları içeri aldığımızda onlara birer van kedisi gibi davranmamak ve onları bize benzetecek yetkinlikleri onlara nasıl kazandırabiliriz diye yöneticileri donatmak. Onun için çeşitlilik ve içerideki kişilerin beslenmesi açısından yapılabilecek kapsayıcılık çalışmalarında ön yargıları kırmak çok önemlidir. Bunlar için önce kurum verilerini alıyoruz. Kurum verileri üzerinden insanların kendi geçmişlerinde onları bu önyargılara götüren sebepleri bulup bunları harmanlayarak nasıl farklı nudge’lar oluşturabileceğimizi düşünüyoruz. Bunlar bilgisayarlarındaki bazı uygulamalar olabileceği gibi afişler ve afişetler de olabiliyor. Ama önemli olan, o kurumdaki kişilerin kendi değerleri ve kendi verileri üzerinden ortaya koyacakları kısa yolları bulmaları ve bu kısa yolları hızla insanların hayatına sokabilecek şekilde grubun içerisinde yaymaları, yani bulunabilirliğini artırmalarıdır.

MY: Hakikaten çok değerli bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Çünkü birçok firmada poster değerleri, poster liderliği oluyor; ”değerlerimiz” deyip yazıyorlar ama bu benimsenmesi için yeterli olmuyor tabi ki. Eminim bu tarz bir çalışma çok daha etkili oluyordur.

ZB: Evet. ”Değerlerimiz” de çok önemli bir çalışma alanı. Değerleri yazıyoruz, belki göstergelerini davranışça söylüyoruz ama bu davranışları takdir edecek veya bu davranışı ortaya çıkaracak kısa yolları insanlara tanıtmıyoruz. O zaman duvarda yazılı hükümler halinde kalabiliyor değerler.

MY: Evet, maalesef. Hocam son olarak benim bir imza sorum var. Bütün konuklarıma bunu soruyorum. Sizin değer yaratma formülünüz nedir? Yani sizce değer yaratmak için etikte, şirkette ya da bir toplumda olması gereken değerler ya da elementler nelerdir?

ZB: Şimdi değerler dediğinizde programı çok güzel bir şekilde bağlıyorsunuz. Tam da bizim konuştuğumuz konuya ve son bölüme denk düşen bir şey söylemiş oldunuz. Ahlak ve etik, değer sistemi; beynin ikinci sistemine aittir. Beynin birinci sistemi avantaj üzerine çalışır. Değer sistemi dediğimiz etik değerler ve ahlak, ikinci sisteme dayalıdır. Bunun için de değer yaratmanın formülü ikinci sistemi kullanmakta ve bu değerlere dayalı nudge’ları oluşturarak her an gözünüzün önünde tutmaktadır.

MY: Gerçekten çok güzel bir son söz olmuş oldu. Hakikaten kendini gerçekleştirmek Maslow’un piramidinin üst kısmı. Sürdürülebilir değer yaratmak için çok önemli.
Hocam çok teşekkür ediyorum. Dinleyicilerimizin soruları ya da sizden destek almaları için size nasıl ulaşmalarını tercih edersiniz?

ZB: bilgi@baltasgrubu.com ya da nudgenetwork.net’ten ulaşabilirler. Çalışmalarımıza destek verenler ya da bu bilgileri kullanmak isteyenler olursa memnun olurum.

MY: Çok teşekkür ederim hocam zamanınızı ayırdığınız için.

ZB: Rica ederim. İyi çalışmalar.

Bu söyleşiyi yazıya döken Sn. Merve Doğru’ya yardımı ve emeği için teşekkür ederim. MY

Bunu paylaşın
Tartışmaya katılın